Yeni Anayasa Tartışmaları ve Başkanlık Sistemi

Cem TOKER

Cem TOKER

Son birkaç senedir siyasetin gündemine oturan ve toplumun da gündemine oturtulmaya çalışılan “Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi” tartışmalarına odaklanmaktayız. Liberal Demokrat Parti kurulduğu yıl 1994’te, yani bundan tam 22 yıl önce “Yeni Anayasa” önerisini topluma sunmuştu[i]. Öncelikle yenisi veya eskisi olsun “anayasa” konusunda genel birkaç temel görüşümüzü paylaşmak isterim.

Rejimleri ne olursa olsun, dünyanın hemen hemen her ülkesinin bir anayasası var ve hepsinden de haklar, özgürlükler, adalet konularında adeta bal damlıyor. Örneğin, ABD, Almanya ve Türkiye anayasalarında olduğu gibi, incelendiğinde Kuzey Kore Anayasasında da ifade, inanç, toplantı, gösteri özgürlüğü, adil yargılanma, seçme hakkı gibi hakların vurgulandığı görülür.

Saddam Hüseyin’in 1990 Irak Anayasası incelendiğinde de ülkenin bir cennet bahçesine benzediği algısı oluşabilir.

Bu nedenle, anayasaların içinde ne yazdığından çok, o anayasaya uygun kanunlar çıkaran yasama erkinin, yasaları yönetmelik ve genelgelerle uygulayan yürütme erkinin zihniyeti ile yasa ve uygulamaları özgürlükçü bir gözlükle yorumlayacak yargı erkinin zihniyeti, o ülkenin ne kadar özgür, demokratik bir hukuk devleti olduğunu belirlemektedir.

Öte yandan, kanaatimizce, anayasaların kısa, esnek, tutarlı ama hukuki yoruma açık olmaları zamanın ruhuna, gelişmelere uyarlanmalarını kolaylaştırmaktadır.

Çağdaş ve liberal bir anayasa, vatandaşın hak ve özgürlüklerini tanımlayıp, lütuf gibi sunmaz. İnsanlar zaten yaratıldıkları andan itibaren ellerinden alınamayacak temel hak ve özgürlüklerine sahiptirler. Aksine, anayasalarda toplum ülkeyi yönetecek “devlet” denilen olgunun yapısını, işleyiş şeklini belirleyip görev ve sorumluluklarını tanımlamalı ve “sana bu anayasa ile tanımlanmamış yetki ve görevler senin haddine değildir” diye vurgulamalıdır.

Anayasalar halkın özgürlüğünü değil, devletin yetkilerini kısıtlayan belgeler olmalıdırlar.

Gelelim Türkiye’ye ve Sivil Anayasa muhabbetine.

Öncelikle hatırlatmak isterim, 2013 yılında yeni anayasa için kurulan alt komisyon bir internet sitesi kurarak, sivil toplumdan, sendikalardan, akademik dünyadan fikir ve katkı talebinde bulunmuş ancak birkaç hafta sonra bu siteye erişimi yasaklamıştı. Daha sonra, Meclis Başkanı Cemil Çiçek “anlaşılıyor ki, toplumdan öyle yeni, sivil anayasa diye bir beklenti veya talep yok” demişti.

Yine de bizim gördüğümüz kadarı ile içinde hala her ne kadar devlet despotizmi barındırsa da, mevcut anayasaya asker anayasası demek doğru olmaz.

Geçtiğimiz 35 sene içinde zaten yarısından fazlası sivil iktidarlar tarafından değiştirilmiş anayasaya asker anayasası demek, yapılacak değişiklilere taraftar toplama amacı gütmektedir.

Mevcut anayasanın en temel sorunu son derece detaylı olup, devleti hemen her konuda sorumlu ve yetkili kılmasıdır. Yetkili kılarken de “detayları kanunla belirlenir” vurgusu iktidarların anti-demokratik yöntemlerine yeşil ışık yakmaktadır.

Şöyle ki; anayasanın bir maddesinde tanımlanan, garanti altına alınan temel hak ve özgürlükler, bir başka maddede kamu düzeni, kamu güvenliği, kamu sağlığı, kamu yararı, milli güvenlik, gençleri korumak, toplumun genel örf ve adetleri, genel ahlak bahaneleri ile kısıtlanabilmekte, bu gerekçeler ise hükümetlere bahane olmaktadır.

Sonuç olarak, anayasa ne derse desin, mühim olan hak ve özgürlüklerinin değerini bilen, hukuk devleti ilkesinde ısrarcı bir toplum yapısı ve bu beklentilere hitap eden yasama, yürütme ve yargı erklerinin uygulamaları toplumsal huzur ve refahın temelidir.

Baskıcı, hukuk ve kanun tanımayan yönetim zihniyetlerine dünyanın en özgürlükçü ve adil anayasası da verilse, o ülkeye huzur ve refah gelmeyeceği kesindir.

BAŞKANLIK SİSTEMİ Mİ TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ Mİ?

Ocak 2016’da Meclis’te tekrar oluşturulan “Yeni Anayasa Komisyonu” CHP’nin “Başkanlık Sistemini tartışmayız bile” duruşu ile komisyondan çekilmesi sonrası lağvedilmişti.

Bu karar da, AKP’nin yeni sivil anayasa ısrarının temelinde Başkanlık Sistemine geçişin yattığını ortaya koymaktadır.

Liberal Demokrat Parti bugün Yargıtay’da kayıtlı 100 küsur siyasi parti içinde Başkanlık Sistemini programında bulunduran tek partidir.

Ancak LDP Başkanlık Sistemini kesinlikle seçim sisteminin değişerek, iki turlu dar bölge sistemine geçiş ile birlikte savunmaktadır. Zira Başkanlık Sisteminin temelinde erkler ayrımının en katı şekilde uygulanması yatar. Yasama erkinin yürütme erkini millet adına etkin bir şekilde denetleyebilmesi için Başkan ve kabinesinden tamamen bağımsız olması gerekir. Bu yasama bağımsızlığını bize göre en etkin şekilde iki turlu dar bölge seçim sistemi sağlayabilir.

Bugün Türk siyasetinin en önemli sorunu yasama ve yürütmenin iç içe geçmiş olmasıdır.

Dört bakanın yolsuzluk dosyaları komisyona gittiğinde, AKP Milletvekili Burhan Kuzu “yahu onlar bizim arkadaşlarımız, Yüce Divana gönderirsek yüzlerine nasıl bakarız” diyebilmektedir.

Mevcut sistemimizde, aynı partinin milletvekillerinin, aynı partili bakan arkadaşlarının performansını halk adına denetlemelerine olanak yoktur. O yüzdendir ki, Soma maden faciasının, Samsun’da TOKİ konutları sel faciasının, Zonguldak Çaycuma köprü, Afyon cephanelik patlama faciası gibi ihmallerin, ölümlerin sorumlu bakanları asla hesap vermemişlerdir.

İktidar vergi toplamakta ama bu vergileri nereye harcadığını hesap vermesi gereken yere, milletin meclisine getirmemekte, bir milletvekili “Sayıştay raporları Meclise gelirse duman oluruz” diyebilmekte ve yanına kar kalmaktadır.

Başkanlık sisteminin getireceği kuvvetler ayrımı, yürütmenin yasama ve yargı erkince denetlenmesini, gücünün dengelenmesini mümkün kılacaktır.

Başkanlık Sisteminin getireceği bir başka avantaj ise istikrardır. İstikrardan kastımız, son yıllarda topluma dayatıldığı gibi bir partinin tek başına sittin sene iktidarda kalması değildir. Başkanlık Sistemi ile yönetilen ülkelerde hükümetin gensoru ile düşmesi, erken seçim gibi uygulamalar yoktur. 3000’li yıllarda bile ülkede hangi gün seçim yapılacağı şimdiden bellidir.

Gelelim, AKP’nin topluma sunmaya hazırlandığı Türk Tipi Başkanlık Sistemi garabetine.

Vurguladığımız gibi, Başkanlık Sistemi kuvvetler ayrımının en katı şekilde uygulandığı, yasama yürütme yargı erklerinin birbirlerinin gücünü dengeleyip, dengelediği bir sistemdir. Özetle her erkin biraz gücü vardır hiçbirinin mutlak gücü yoktur.

Oysa AKP kurmaylarının şimdiye kadar yaptıkları sunumlarda, kuvvetler ayrımının sorun yarattığını, kuvvetler birliği, kuvvetlerin uyumu gibi söylemler ile yasama ve yargı kontrolünü de yürütme erkine yani Başkana vermeyi planladıkları barizdir.

Türk Tipi Başkanlık Sisteminde, Başkana Meclisi fesih yetkisi verilmesi demek, Başkan Meclise “bana şu, şu, şu yasaları çıkartın” siparişi vermesi, o yasalar çıkmadığı takdirde, milletin seçtiği Meclisi feshedip, yerine kendisinin her dediği yasayı çıkaracak yenisini seçtirmesi anlamına gelmektedir. Kabul edilemez.

Öte yandan AKP önerisinde, Başkanın Devlet Başkanı sıfatı ile tüm Anayasal kurumlar üzerinde söz sahibi olabileceği belirtilmektedir. Oysa Başkan sadece yürütme erkinin başıdır. Sadece o kurumlar üzerinde söz sahibi olabilmelidir.

AKP önerisi Başkanın atamalarına Meclis onayı şartı aramamaktadır. LDP önerisi, Başkanın tüm atamalarına millet adına Meclis onayı şartı öngörmektedir.

Yine AKP önerisinde, Başkan Meclisin yaptığı ama kendisinin beğenmediği bir yasayı halk oylamasına sunarak Meclisi adeta yok sayabilmektedir. Oysa Başkanın yasama erki üzerindeki tek yaptırımı “veto” yetkisi ile sınırlı kalmalıdır.

Sonuç itibarı ile bizim değerlendirmemize göre Başkanlık Sistemi, doğru bir seçim sistemi ile birlikte, gelişmiş demokrasilerdeki zihniyet ve niyetle uygulandığı takdirde, ülkenin bugün kuvvetler ayrımı, şeffaflık, hesap verme, yürütmeyi denetleme, katılımcı demokrasi, lider sultası, istikrar, tek adam yönetimi alanlarında yaşadığı sorunlara çare sunabilecektir.

Cem Toker

Bahçeşehir Üniversitesi Misafir Öğretim Görevlisi &

Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı

[i] Okurlar bu anayasa taslağına http://www.ldp.org/anayasa-onerisi/ adresinden erişebilirler.

 

Total
0
Shares
Previous Post

Terra Nullius “Özgür Liberland Cumhuriyeti” Cumhurbaşkanı Vít Jedlička ile Kısa Bir Söyleşi

Next Post

Geri Kabul Anlaşması ve Mülteci Krizi Etkisinde Türkiye-AB İlişkileri

Related Posts