AB – Çin Halk Cumhuriyeti Enerji Güvenliği Politikaları:

europolitika

 

Sistem Düzeyinde Bir Analiz

Araştırma Makalesi

 

Bu çalışmanın amacı; Avrupa Birliği (AB) ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin enerji güvenliği politikalarının, dönüşen uluslararası sistemde güç dengesine etkisini incelemektir. AB ile Çin, uluslararası sistemde günümüzde yaşanmakta olan değişim ve dönüşümleri açıklamak açısından önemli aktörler olarak görülmektedir. Çalışma; belirtilen iki temel uluslararası aktörü, uluslararası ilişkiler alanındaki önemli konu başlıklarından biri olan enerji alanında değerlendirmeyi hedeflemektedir. Enerji başlığının altında AB ile Çin’in enerji güvenliği politikalarını tartışmak ve böylelikle iki aktörün enerji politikalarının uluslararası sistemdeki güç dengesine etkilerini ortaya koymak, çalışmanın hedefidir. Bu bağlamda AB ile Çin’in enerji alanındaki çıkarlarına dayalı olarak ortaya çıkan rekabet alanlarının değerlendirilmesi de başka bir zorunluluk olarak görülmektedir.

Bu çalışma, yukarıda belirtilen amaç ve hedefler doğrultusunda aşağıdaki temel araştırma sorusu ile alt araştırma sorularının cevaplanmasına odaklanacaktır:

Temel Araştırma Sorusu

Çok kutupluluğa dönüşmekte olan uluslararası sistemde enerji bağımlılığı sorunu ile karşı karşıya olan, enerji güvenliği politikaları belirli koşullar ve rekabet alanlarında çatışan AB ile Çin’in bu alandaki yaklaşımları, neo-klasik realizm ile nasıl açıklanabilir?

Alt Araştırma Soruları

 

  • Enerji rekabeti ve güç dengesi kavramlarına neoklasik realizm nasıl bakmaktadır?

 

  • AB ile Çin’in enerji güvenliği politikalarının benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir?

 

  • Tarafların enerji güvenliği politikalarının, enerji rekabetine yol açtığı bölgeler nelerdir?

 

Temel araştırma sorusu ve alt araştırma sorularına bağlı olarak çalışmanın hipotezleri olarak şunlar belirlenmiştir:

 

  • Enerji kaynakları konusunda dışarıya bağımlı olan AB ile Çin, dünyadaki enerji rezervleri ve bu rezervlere sahip olan bölgelerde birbirlerine karşı çıkar rekabeti içerisindedirler. Bu sebeple çok kutuplu dünyada ittifak olanakları kısıtlı olmaktadır.

 

  • AB ile Çin, uluslararası sistemin dönüşüme başladığı günümüzde, çok kutuplu dünyada bir dengeleme içerisine girerek enerji güvenliği politikaları üzerinden ittifak ilişkisi kurma eğilimlerini artırmaktadır.

 

Giriş

Soğuk Savaş döneminin yarattığı iki kutuplu yapı içerisinde uluslararası ilişkilerde başat güçler arasında yer almayan Avrupa Birliği ile Çin, 1970’li yılların ortalarından itibaren ilişki kurmaya başlamışlardır. Soğuk Savaş’ın bitmesiyle beraber tek kutuplu bir uluslararası ortamın varlığı; AB ve Çin gibi küresel aktörlüğü odak noktasına alan yapılar açısından yeni bir dönemi de başlatmıştır. Bu dönem; ABD’nin tek başına uluslararası ilişkileri yönlendirdiği bir süreç olarak görülmesine rağmen, oluşmaya başlayacak yeni güçler açısından da fırsatlar doğurmuştur. Bu bağlamda Avrupa Birliği ile Çin, sistemde ortaya çıkan hegemon gücü dengelemek adına beraber hareket edebilecek aktörler olarak ön plana çıkmışlardır (Layne, 1993: 10).

Uluslararası sistemdeki hegemon gücün dengelenmesi noktasında uluslararası ilişkiler disiplininde önemli kırılma noktaları olduğu muhtemeldir. Bu anlardan biri olarak 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) yapılan terör saldırısının etkili olduğu analizi ön planda olmuştur (Alterman & Garver, 2008). Ancak Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990’lı yılların başından itibaren Çin’in ekonomik yükselişinde ve bu yükselişin sürdürülebilir kılınması için yapılan çalışmalar ile AB’nin 1992 Maastricht Antlaşması ile kurumsal anlamda yeni bir yapıya bürünmesi gibi süreçler göz ardı edilmektedir (Haine, 2015: 998). Belirtilen süreçler, AB ile Çin’in hem kendi içlerindeki sorunlarına çözüm getirmelerine yardımcı olurken hem de uluslararası sistemdeki çok kutuplu yapının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. İki aktörün başta ekonomik alanda ortaya çıkan ilişki kurma biçimleri diğer politika alanlarında da kendisini göstermiştir.

Enerji de bu anlamda tarafların ilişki kurdukları alanlardan biri olmuştur. Enerji alanında, her iki tarafın da enerji kaynakları rezervlerinin kendileri için yeterli olmaması; AB ile Çin’in benzer özellikleri olarak görülmektedir. Bu benzerliğin ortaya koyduğu durum, AB ile Çin’in artan enerji ihtiyaçlarını karşılamak için ithalat yoluna başvurmalarını gerektirmiştir. Çin’in Mao Zedong’un ölümü sonrasında göreve gelen Deng Xiaoping önderliğinde başlattığı liberal ekonomik sistemi esas alan bir yapılanma, uluslararası politik iktisat alanında başlayan yeni bir sürece işaret etmiştir. 1970’li yılların sonlarında başlayan “açık kapı politikası”nın (open door policy) ülkede ekonomik alanda getirdiği büyüme ve gelişim ivmesi, Çin’in özellikle petrol alanında kendi üretim seviyelerinin yeterli olmayacağı bir enerji görünümünü ortaya çıkartmıştır. Bu durum, Çin’in 1990’lı yılların başında ülkeyi kendi enerji kaynaklarıyla ekonomik büyümesine devam edemeyeceğini göstermiştir. Birlik açısından da Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan (AKÇT) itibaren enerjiye verilen önemin yanı sıra; özellikle petrol ve doğalgaz gibi birincil enerji kaynaklarının kendisinde yeterli seviyede bulunmaması gibi faktörler de AB açısından da enerjiye bağımlılığı ortaya çıkarmıştır. Her iki aktör de yukarıda değinilen enerji bağımlılıklarını azaltmak ve böylece enerji güvenliğini sağlamak için politikalar geliştirmeye başlamışlardır.

AB ile Çin’in enerji güvenliği politikaları, tarafların enerji jeopolitiğine sahip bölgelere olan ilgilerinin artmasına neden olmuştur. Ortaya çıkan böyle bir durum ise AB ile Çin arasında kendi çıkarlarına dayalı olarak bir rekabet yaratmaktadır. Çin’in ekonomik büyümesinin 1990’lı yıllardan başlayarak günümüze kadar devam eden süreç içerisinde yarattığı etki; enerji güvenliği politikaları aracılığıyla Çin’in uluslararası sistemi değiştirecek revizyonist bir güç olarak görülmesine yol açmıştır. Schweller’a göre Çin’in bakış açısı, ABD hegemonyasına karşı AB gibi büyük bir güç ile ittifak ilişkisi içerisinde olmaya dayanarak dengelemeye odaklanmaktadır (Schweller, 2004: 165). Ancak AB’nin de enerji rezervlerine sahip bölgelere olan yakın politikaları, Çin ile enerji rekabetine girme olasılığını artırmaktadır. Çalışma, AB ile Çin’in ABD’yi dengelemek için güçlerini nasıl etkin bir şekilde kullandıklarını ortaya koymayı hedeflemektedir. Dengelemenin biçimi konusundaki yeni tartışmaların, enerji güvenliği politikalarının analiz edilmesiyle test edilmesi amaçlanmaktadır.

AB-Çin Enerji Güvenliği Politikaları

AB ile Çin açısından enerji güvenliğinin sağlanması, dış politika davranışlarının açıklanmasının yanı sıra; her iki aktörün iç ekonomik ve siyasi gelişmelerini de etkilemektedir. AB’nin enerji güvenliği politikalarına bakıldığında; günümüzde 27 üyeli bir yapı içerisinde olan örgütün enerji politikaları tarihsel süreç içerisinde üye devletlerin egemenliği altında oluşturulmaya çalışılan bir başlık olmuştur. Aslında “Avrupa ideali” kömür ve çelik kaynaklarının ortak bir yapı altında işletilmesiyle başlamasına rağmen; Avrupa entegrasyonu içerisinde enerji, hiçbir zaman Topluluk/Birlik seviyesinde ilerletilememiştir. AB’nin enerji kaynakları rezervleri konusundaki yetersiz durumunun yanı sıra, üye devletlerin egemenlik ve ulusal çıkarlar temelli siyaset anlayışları, Birlik’in enerji politikalarının tam anlamıyla uluslarüstü düzeyde değerlendirilmesini engellemiştir. AB’nin genişlemesiyle birlikte üye sayısının artması ve yeni üye olan ülkelerin enerji ithaline ihtiyaç duymaları, Birlik açısından enerji kaynaklarına bağımlılığı meydana getirmiştir. Ortaya çıkan bağımlılık durumu ise AB’de enerji güvenliğini tam anlamıyla sağlayamama endişesi yaratmıştır.

Çin’in enerji güvenliği politikalarına bakıldığında; ülkenin 1949 ile 1978 yılları arasında enerji kaynakları konusunda kendine yeterli bir görünümü bulunmaktadır. Ancak 1978 yılında Deng Xiaoping tarafından Çin’in liberal eğilimlere sahip olan pazar ekonomisine geçiş yapması ve böylece ekonomik açıdan güçlenmeye başlaması, yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Pollack’a (2002: 14) göre; Soğuk Savaş’ta yumuşamanın (detant) yaşandığı bir dönemde Çin, askeri unsurlarının yanında ekonomisinin de geliştirilmesini öngörmüştür. Ekonomik gelişimin en önemli etkenlerinden biri olan enerjiye olan ihtiyaç da bu dönemle birlikte artış göstermiştir. Çin, Soğuk Savaş’ın sona ermesi sonrasında, 1993 yılında petrol ithalatçısı bir ülke haline gelerek, AB’ye benzer şekilde enerji bağımlısı haline gelmiştir. Çin’in ekonomik büyümesi ile enerji politikaları arasındaki ilişki, bir anlamda ülkenin uluslararası sistem içerisindeki değişim ve dönüşümleri sağlaması ile bağlantılı tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Tartışmanın temelinde ise Çin’in ekonomik büyümesinin sağladığı avantajın, uluslararası sistemdeki büyük güçler arasında yeni bir rekabet biçimine neden olabileceği sorusunda kendini göstermiştir. Mearsheimer’a (2001: 361) göre; Çin’in yükselişi kaçınılmaz olacaktır. Bu durum; ABD’nin Batı Yarım Küre’deki üstünlüğünün bir benzerini Çin’in Asya kıtasında kontrol arayışı için kullanmasının yol açarak büyük güçler arasındaki rekabeti artıracaktır. Kendi kendine yeterli bir enerji rezervine sahip olmayan AB ile Çin açısından enerji ihtiyacının karşılanması, ithalat yoluyla mümkün olduğundan aynı zamanda bir enerji bağımlılığı durumu da söz konusu olmaktadır. Bu durum tarafların enerji güvenliği politikalarının yeniden oluşturulmasına neden olurken, aynı zamanda uluslararası sistemin günümüzdeki değişim ve dönüşüm sürecine de etki etmektedir. Bu nedenle tarafların uluslararası sistem düzeyindeki rekabet alanlarını ve bu alanların getirdiği davranışlarını dengeleme üzerinden okumak gerekmektedir.

AB-Çin Enerji Rekabeti

AB ve Çin’in enerjiye bağımlı olmaları durumu, ithalat yoluyla enerji ihtiyaçlarını karşılamalarını neden olmaktadır. Bu anlamda AB ile Çin’in enerji arz güvenliğini sağlamak ve kaynaklara en uygun şartlarda erişmek konusundaki politikaları birbirine benzemektedir. AB ile Çin’in enerji güvenliği politikaları, Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde daha çok petrol arzına erişim sağlamaya odaklanmıştır. Petrolün dışında doğalgazın enerji piyasalarındaki etkinliğinin artmasıyla beraber, enerji çeşitlendirmesi konusunda yeni düşünceler oluşmaya başlamıştır. Günümüzde ise iklim değişikliğinin getirdiği olumsuz durum nedeniyle yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelen stratejiler geliştirilmeye başlanmıştır.

Özellikle Çin’in ekonomik yükselişine direkt etki eden enerji ihtiyacı ve bu ihtiyacın enerji güvenliğiyle olan doğrudan bağlantısı, sadece Çin’i değil, tüm uluslararası sistemi de etkilemektedir. Çin’in enerji güvenliği sağlamak adına enerjiye sahip olan ülkelerle olan ilişkisinin, ABD’nin Ortadoğu bölgesine “demokrasi” getirme amacıyla taşıdığı yolundaki analizler de bu algıyı güçlendirmektedir. Tocci’ye  (2008: 6) göre, demokrasi adına savaş, enerji güvenliğinin sağlanması ya da hegemonik kontrol elde etmek gibi stratejik hedefleri gizler. Çin örneğinde olduğu gibi çok taraflılık gibi bir hedefin desteklenmesinin altında daha da güçlenmek ve uluslararası sistemde çok kutupluluğu teşvik etmek gibi stratejik amaçlar yatmaktadır. Çin; ABD’nin tek kutuplu düzende uyguladığı yanlış politikalardan ders alarak, çok kutupluluğu teşvik etmektedir. AB gibi güçlü bir aktörle birlikte bu algının güçlendirilmesi muhtemel olacaktır. Ancak enerji güvenliği politikalarının, taraflı bir çatışma ortamına götürmesi de olası bir durumdur.

Enerjinin AB açısından bir güvenlik tehdidi haline gelmesi ise 1973 ve 1979 yıllarında yaşanan iki enerji kriziyle ortaya çıkmıştır. AB üye devletleri ve kurumları, ortak bir enerji politikasının oluşturulması için zirveler başta olmak üzere Beyaz ve Yeşil Kitap[1] gibi politika belgeleri oluşturmaya başlamıştır. Enerji kaynak ve güzergah çeşitliliğini sağlamak, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek gibi temel kavramlar üzerine oturan enerji güvenliği, AB için gerçekleştirilmesi gereken bir hedeftir (European Commission, 2020). Enerji tedarikinin sağlandığı boru hatları rotalarının istikrarlı hale getirilmesi yolundaki adımlar, arz güvenliği sağlamayı gerektirmiştir. AB; Rusya, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya’dan gelecek enerjinin güvenliğine önem vermektedir. Belirtilen bölgelerde çıkabilecek krizler ve çatışmalar, Birlik ülkelerinin enerji ihtiyacının karşılanamaması gibi hayati sorunlara yol açabilmektedir. Ayrıca Çin gibi enerji tüketicisi bir ülkenin de aynı bölgelere olan ilgisi, AB’nin enerji rekabetine girmesine yol açmaktadır. Çin’in devlete ait enerji şirketlerinin yaptıkları yatırımlar ve bu yatırımların son yıllardaki artışı, AB ile olan enerji rekabetini devam etmesini sağlayacak başka bir gelişme olmaktadır. Yergin’e göre (2006: 75); büyük güçler arasındaki enerji rekabeti ise temel olarak arz ve kaynakların çeşitlendirilmesi üzerine kuruludur. Devamını okumak için

 

Referanslar: 

[1] Avrupa Komisyonu’nun enerji politikaları ile ilgili hazırlamış olduğu Beyaz ve Yeşil Kitaplar için bkz. (European Commission, 2016; European Commission, 2014; European Commission, 2006).

 

Total
0
Shares
Previous Post

Brexit, Halkın İskoç Bağımsızlığı Hakkındaki görüşlerini nasıl şekillendirdi?

Next Post

ABD-Çin Çıkmazında AB Tarafsız Kalamaz

Related Posts