Rusya’nın Baltık Ülkelerine Yönelik Siyasi, Askeri ve Ekonomik Stratejileri
Giriş
Rusya ve Baltık ülkeleri arasında günümüze kadar süregelen ilişkilerin tahlili dönemsel farklılıklar içermektedir.
Tarihsel sürece baktığımızda, 1918’de Estonya, Letonya ve Litvanya siyasi kaos içinde olan Çarlık Rusya’sının koşullarından yararlanarak bağımsızlıklarını ilan etmiş ve fakat bu durum ancak iki yıl kadar sürebilmiştir. 1939 Molotof-Ribbentrop Paktı ile birlikte Sovyetler Birliği, Baltıklar’a kadar uzanan topraklarda hak ilan etmiş ve 1940’a gelindiğinde, Litvanya, Estonya ve Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri, oylama yaparak SSCB’ye katılımlarını bu yolla bildirmişlerdir. (Kyle, 2019, s:105) 1941’den başlayarak üç yıl süreyle Nazi Almanyası idaresi altında kalsa da Sovyetler’e bağlı olan bu Baltık ülkelerinin statüsü, 1991 senesinde SSCB’nin dağılmasına kadar sürmüştür. Kimilerine göre 1940 ve 1944’te bu topraklar, Sovyetler tarafından işgal edilmiştir. Ayrıca Sovyetler’in dağılmasına müteakip bağımsızlıklarını kazanan Baltık devletlerinde bulunan Rus askeri birlikleri ancak 1994 sonunda tamamen geri çekilmişlerdir. (Sakkov, 2019, s:2)
Birleşmiş Milletler derhal bu ülkeleri tanırken diğer Batı devletleri, Baltık ülkelerinin bağımsızlıklarının hemen ardından, onlar ile diplomatik ve siyasi ilişkiler geliştirmeyi ihmal etmemiş hatta Rusya dahi bağımsızlıklarına saygı duyarak Baltık devletlerini 1990’lı yılların ilk başlarında desteklemiştir. Boris Yeltsin yönetimindeki yeni Rus hükümeti, Baltık ülkelerinin bağımsız olma isteklerini onaylıyordu. (Kramer, 2002, s:733) Aynı şekilde ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt de bu devletlerin eski Sovyet ülkeleri olduğu düşüncesinin devam etmesine karşı çıkmaktaydı. Nitekim Stimson Doktrini, bu ülkelerin, Sovyet ülkesi olduklarına dair görüşü reddetmek üzere ortaya konmuştu. (Kyle, 2019, s:105) Bu olumlu gelişmelere rağmen, Rus hükümeti 1990’ların ortasından itibaren sonraki on yıl boyunca, Baltık devletlerini kaygılandıracak ve rahatsız edecek adımlar attı ve durum Baltık devletlerinden hiç de gerçekçi olmayan taleplere kadar gitti. (Kramer, 2002, s:734)
SSCB dağıldığında, elinde bulundurduğu toprakların yaklaşık %25’ini kaybedip ortaya on beş bağımsız devlet çıkarken, bu yıllar NATO’nun genişlemesine olanak sağladı. İzlenen çevreleme politikasında elzem görülen Baltık devletleri Estonya, Letonya ve Litvanya’nın 2004’te NATO ve Avrupa Birliği’ne dahil olmaları, Polonya da hesaba katıldığında, Rusya’nın NATO ile 1163 kilometrelik sınırı paylaşması ile sonuçlandı. Bu durum, Rusya’nın bölgedeki siyasi, askeri ve ekonomik planlarına ciddi bir darbe vurmuş oldu. (Mırzaliyeva, 2017, s:43) Ancak planlarından vazgeçmeyen Rusya, yalnızca izleyeceği yollarda değişikliğe giderek bu politikalarını devreye sokmuştur.
2008 Rus-Gürcü Savaşı ve 2014’te gerçekleşen Kırım’ın işgal edilmesinin ardına Baltık devletlerinin kaygıları ve Rusya’dan yana rahatsızlıkları ciddi seviyelere ulaşmıştır. Askeri potansiyelleri bakımından Rusya ile karşılaştırılamayacak kadar zayıf olan Baltık devletleri, çoğunlukla NATO’nun imkân ve kabiliyetleri ile AB’nin politikalarını arkalarına alırken Rusya’ya karşı güttükleri kaygıları yenememişlerdir. Bu durumun temelinde yatan başlıca faktörler arasında; Baltık ülkelerinde yaşayan Rus nüfusun azımsanmayacak oranda olması, buradan yola çıkarak Rusya’nın; Rusya’da yaşasın veya yaşamasın, tüm Rusları korumakla mükellef olduğuna dair izlediği politikaları ve bu mazereti kullanarak Gürcistan ile özellikle Kırım’da müdahalede bulunması, Rusya’ya bağlı Kaliningrad bölgesinin Baltık coğrafyasındaki stratejik konumu ve Rusya’nın bölgeyi askerileştirme çabaları, Gerasimov Doktrini çerçevesinde izlenen hibrit savaş yöntemleri ve Baltık ülkelerinde uygulanan propagandist eylemler, Nord-Stream 2 projesi ile oluşturulmaya çalışılan Baltık hakimiyeti ve bölgede NATO’nun gücünü test edebilme fırsatı sayılabilir.
Harita 1: Baltık Bölgesi Haritası, Encyclopedia Britannica, https://www.britannica.com/place/Baltic-states
Yukarıdaki haritadan da görüleceği üzere Rusya ile herhangi bir kara bağlantısı olmayan enclave/exclave statüsünde bulunan Rus toprağı Kaliningrad, Baltık coğrafyasında önemli bir konuma sahiptir ve “pilot” bölge olarak adlandırılmaktadır. Rusya’nın burada askeri teçhizat bulundurması, tatbikatlar yapması Baltık ülkelerinin kaygısını artırmaktadır. NATO’nun imkân ve kabiliyetlerini kullanan Baltık ülkeleri, yine NATO’nun 2016 Varşova Zirvesi’nde duyurduğu ve 2018’de büyük çapta uyguladığı “NATO’s Forward Presence” (İleride Konuşlanma) (NATO, 2019, s:13) ve son zirvede kabul edilen Baltık Politikasından yararlanmakta, bu projeler Rusya’nın bu tarz askeri stratejilerine yönelik olarak gerçekleşmekte ve aslında bölgedeki nabzı yükseltmektedir.
Makalede, bahsedilen faktörlerin yol açtığı iki taraflı politikaları ve çıktıları tartışılacak ve Rusya’nın bölgede hakimiyetini sağlamaya yönelik uyguladığı stratejilerden bahsedilecektir. Makalenin yazımında kaynak olarak araştırma merkezleri ve NATO raporlarından, makalelerden ve haberlerden yararlanılmıştır. Makale, güncel gelişmelere kadar olan süreci kapsadığından ve Türkçe literatürde çok fazla değinilmeyen bir konuyu çalıştığından önemlidir.
- Baltık Ülkelerinde Yaşayan Rus Nüfus
1992’den beri Rus hükümeti, Baltık ülkelerinde yaşayan Rus azınlığın ayrımcılığa uğradığını öne sürerek özellikle Rusya sınırları dışında yaşayan Rus nüfusu korumaya yönelik politikalar izlemiştir. (Nilsson, 2014, s:29) Rusça konuşan bir nüfusun olması bile, etniğine bakılmaksızın Rusya için önemli bir konudur. Medvedev’in başkanlık döneminde de Putin dönemi gerçekleşen askeri operasyonlar gibi bu nüfusları sınır ötesinde korumaya yönelik faaliyetler yürütülmüştür. (Nilsson, 2014, s:29) İşte “Russkiy Mir” (Rus Dünyası) olarak adlandırılan bu anlayış, bilhassa yakın çevre ülkelerinde zaman zaman gerilim konusu olmuştur. (Ataseven, 2019, s:289)
Estonya ve Litvanya, sınırları içerisinde etnik-dilsel bakımdan büyük bir Rus popülasyonu bulundurmaktadır: Estonya’yı ele aldığımızda nüfusunun %24,8’i Rus kökenli iken %29,6’sı Rusça konuşmaktadır; Letonya’da ise Estonya’ya kıyasla daha fazla olan bu oranlar sırasıyla %25,6 ile %33,8’dir. (Kyle, 2019, s.108) Buna ek olarak, Rusya’nın sınırında Estonya’nın bir bölgesi olan Ida-Viru’nun nüfusu %73 etnik Rus, Ida-Viru’nun en büyük yerleşim yeri Narva’da ise %82’dir. (Grigas & Aron, 2018, s:20)
Tabloya bakıldığında, 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı işgali sırasında “Rus nüfusunu korumak” politikası ile Ukrayna’daki faaliyetlerini meşru gösterme yolu, Baltık ülkelerinde ilk olarak şu soruyu akla getirmiştir: “Bundan sonra Rus nüfusu bahane edilerek saldırıya uğrayacak ilk yer neresi olabilir?”. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta, yukarıdaki oranların ve Rus yoğunluğunun, Donbas ve Kırım bölgelerinde bulunan Rus nüfustan daha yüksek olmasıdır.
Ayrıca müdahalenin meşru gösterilmesi için kullanılan Rus nüfus politikası sadece Baltık ülkelerini değil, aynı zamanda Nordik ülkeleri de endişelendirmektedir, bu kapsamda Rusya’yı “revizyonist bir tehdit” olarak algılamaktadırlar. (Sergunin, 2019, s:6)
- Baltık Bölgesinin ve Baltık Ülkelerinin Rusya İçin Önemi
NATO, günümüzde Vladimir Putin’in uluslararası sistemi değiştirmek ve ana söz sahibi olmak için revizyonist politikalar izlediğini öne sürmektedir. Rus politikasının üç ayağı şu şekilde sıralanmaktadır: Direkt olarak Avrupa ülkeleri ve Batı’ya yönelik politikalar, Sovyet zamanından kalma Rus nüfuzunu aşamamış olan eski Sovyet cumhuriyetlerine yönelik politikalar ve Sovyetler ’den koparak Batı’ya yönelen ülkelere yönelik politikalar. (Misiuna, 2017, s:31) Bunlar, Rusya’nın “near abroad” (yakın çevre) olarak adlandırdığı ve hegemonyasını genişletmek için kullanabileceği bir coğrafyadır. Putin’in, Rusya’nın eski günlerdeki gücüne ve geniş topraklarına dönebilmesine yönelik isteği açıktır. Baltık ülkeleri de son kategoriye girdiğinden mütevellit, AB-ABD ilişkileri kapsamında, Baltık denizine çıkışları dolayısıyla Rus dış politikasında öncelikli sıralardadır denilebilir.
Diğer faktörleri de göz önünde bulundurduğumuzda Baltık bölgesinin Rus politikası ve ulusal çıkarları için önemi şu şekilde sıralanabilir:[2]
1- Bu bölge Rusya’nın Avrupa Birliği ile ortak sınırı olan tek bölgedir ve AB tarafından yaptırım uygulanmış olmasına rağmen, ihraç ettiği tüketim ürünleri, gıdalar vs. bakımından ticari bir öneme sahiptir.
2- Enerji yolları ve projeleri açısından önem taşıyan Baltık denizi, Rusya’nın Avrupa’ya ihraç edebileceği doğal gaz ve enerji kaynaklarının rotasıdır. 2011’de yapımı biten ve direkt olarak Almanya’ya ulaşan Nord-Stream projesi ile son zamanlarda ABD’nin eleştirdiği – şu an yeni şirketler aranmaktadır- ve yine aynı yolun izlendiği Nord-Stream 2 projesi Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığını artıracak olması açısından son derece önemlidir.
3- Rusya ile herhangi bir kara bağlantısı olmayan Rus exclave’ı Kaliningrad bölgesi, AB ile olan ilişkilerde hem bir köprü hem de bir rekabet oluşturmaktadır. Anakara ile bağlantısı olmayan bu bölgeye daha özerk ve farklı bir statü verilebileceğinin çeşitli Batı kaynakları tarafından öne sürülmesi, Rus çıkarları ile çatışmakta ve Rusya’nın asla taviz vermeyeceği bir noktanın üzerinde durmaktadır. Polonya ve Litvanya arasında bulunduğundan, Rusya bu ülkelerin iç işlerine müdahale edebilmekte ve bu anlamda “Truva Atı” olarak görülebilmektedir. (Karakaya, 2005)
4- Moskova-Baltık ülkeleri ikili ilişkilerinde Rus azınlıklar yukarıda da bahsedildiği üzere Rusya’nın hassas olduğu bir konuyu teşkil eder haldedir.
5- NATO’nun genişlemesi ile NATO’nun sınır komşusu haline gelen Rusya, NATO tarafından bölgeye konuşlandırılan füzeler, teçhizatlar ve gerçekleştirilen tatbikatlardan dolayı kuşku duyar hale gelmiştir. NATO’s Forward Presence, NATO Air Policy kapsamında bölgede havadan yapılan denetimler ve Baltık Politikası, Rusya’nın bölgeye yönelik askeri ve askeri olmayan (hibrit) stratejilerini tetiklemektedir. Bunlara ek olarak NATO’nun NATO üyesi olmayan Finlandiya ve İsveç’le yakın ilişkiler kurma ve birliğe onları da dahil etme çabası, Rusya’yı oldukça rahatsız etmektedir. Diğer yandan Rusya, NATO’nun birlik bütünlüğünü ve 5. maddeyi devreye sokabilecek güçte olup olmadığını test etmek isteyebilecek durumda görülüyor.
Rus ulusal strateji belgelerinde veyahut raporlarında Baltık ülkeleri çoğunlukla net bir şekilde, ayrı tutularak açıkça ifade edilmemiş olsa da yukarıda sıralanan hususların önemi Rusya açısından önem arz etmektedir. Devamını okumak için
İlkay TÜRKEŞ |EUROPolitika Dergisi Yazarı
Milli Savunma Üniversitesi, Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Ana Bilim Dalı, Güvenlik Araştırmaları Programı | Yüksek Lisans Öğrencisi
Referanslar
[2] Maddeler halinde sıralanan faktörler, DIIS Raporu temel alınarak ortaya konmuştur.