Güneşin Altında Gölgede Kalanlar: İklim Mültecileri
Göç, insan ile mekân arasındaki bağın çeşitli nedenlerle zedelenmesi sonucunda bireylerin bulundukları mekânı terk ederek başka bir mekâna belirli bir süre için ya da yerleşme niyetiyle gitmesidir. Göç olgusunu yalnızca bir hareketlilik olarak görmemek gerekir. Çünkü neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan göç; ekonomik, siyasi ya da toplumsal nedenlerle insanların yaşadığı yeri terk edip daha iyi bir yaşam aramak için başka bir yere yerleşme istencinin dışavurumudur. Fakat önyargı göç olgusunun arkasında bir gölgedir, gittikleri yerde birlikte belirirler. Bu yüzden hareketliliğin öznesi olan insanların hukuksal statüsünün belirlenmesi oldukça önemlidir. İç çatışmalar, savaşlar ve iklim kriziyle çevrilmiş olan günümüz şartlarında insanların düzensiz hareketliliği AB’nin gündeminde bir kriz konusudur. İklim krizinden kaynaklana göç günümüz ve geleceğimiz için alarma geçilmesi gereken bir konudur. Ancak buna rağmen iklim mültecilerinin korunması için yeterli yasal yapı oluşturulmamıştır. Üstelik çevresel koşulları nedeniyle yerinden olan kişiler bir güvenlik sorunu olarak görülmektedir. Göç, insan ile mekân arasındaki bağın çeşitli nedenlerle zedelenmesi sonucunda bireylerin bulundukları mekânı terk ederek başka bir mekâna, belirli bir süre için ya da yerleşme niyetiyle gitmesidir (Ekici-Tuncel, 2015). Göç kelimesinin kökeni Türkçe ’de görmekten gelir. Temelde bir topluluğun yaşamını daha iyi hale getirmek ya da onu mümkün kılmak için başka bir yer arayışıdır. Bu yüzden göç olgusunu yalnızca bir hareketlilik olarak görmemek gerekir.
Göç, tarih boyunca çeşitli nedenlerle ortaya çıkan bir olgudur. Bir toplumun en hatıralarını taşıyan efsaneleri ve mitleri genellikle göç konusunu işler. Örtük bellekte çaresizlik ve umutla kodludur. Eski imgeleri çağrıştırsa bile tanıdık bir yabancı olmaya devam eder çünkü insanlarla birlikte yenilenir. Örneğin kapitalizm ve ardından küreselleşmeyle birlikte göç başka bir boyut kazanmıştır. Genellikle az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru seyreden dış göç ve dış göçe bağlı politikalar söz konusu boyutun içeriğini oluşturur (Aksoy, 2012). İnsanların göç etme nedenleri de tıpkı göçün kendisi gibi çoğalmıştır. İklim göçü, eğitim kaynaklı göç, beyin göçü ve emekli göçü sebepler arasındaki yerlerini alır. Bu metin kapsamında göç biçimlerinden sığınmacılar ve mültecilere; göç nedenlerinden iklim göçüne odaklanılacaktır.
Göç, uyum politikaları ve önyargılarla birlikte belirir. Bu yüzden hareketliliğin öznesi olan insanların statüsünün belirlenmesi oldukça önemlidir. (Ziya,2012) Uluslararası hukukta mülteci, sığınmacı ve göçmen terimleri kullanılır. Çeşitli nedenlerle başka bir ülkeye sığınan kişilere mülteci denir. Ancak mültecilik bir hukuksal statünün adıdır. Sığınmacı, korunma altında olup henüz başvuru süreci sonlanmamış kişilere denir. Göçmen için durum ekonomik ve sosyal imkanların iyileştirilmesiyle alakalıdır. Haklı sebepten kaynaklanan korkudan ziyade eğitim ve çalışma amacı ön plandadır. Mülteci statüsü, Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne getirdiği coğrafi sınırlama ilkesi nedeniyle yalnızca Avrupa’dan sığınma amacıyla gelen kişilere verilir. Sığınmacı statüsüyse Türk hukukunda yoktur. Zaten sürekli gündemde olan “isimlendirme” kargaşasının asıl sebebi ulusal hukukla uluslararası hukuk arasındaki kavram farklılığıdır.
BM’ye göre bir yere yerleşme niyetini göstermek için kişilerin bir yıldan daha uzun bir süre boyunca söz konusu yerde yaşamaları gerekir. Aksi halde uluslararası göçten bahsedilemez. Uluslararası Göç Örgütü’nün 2020 raporuna göre 272 milyon kişinin uluslararası göçmen durumundadır. 2050 öngörülerinde bu sayısının 400 milyonu aşması beklenmektedir. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek komiserliğinin 2021 sonu verilerine göre ise yaklaşık 90 milyon kişi zorla yerinden edilmiştir. Bunların 27 milyonu mülteci, 4 milyonu ise sığınmacılardır. Bu yüzden ulusüstü yapıların yaklaşımı son derece önemlidir. 1990’lara kadar AB bu konuda ortak bir tutum sergilememiştir. Fakat zamanla AB ülkelerinin hayat imkanlarından yararlanmakta istekli kitlelerin sayısındaki artış; özgürlük, güvenlik ve adalet alanı oluşturma amacı taşıyan birliğin yaklaşımında değişime neden olmuştur. Amsterdam Anlaşması’yla göç ulusüstü düzenleme alanına girmiştir. Buradaki temel neden elbette ekonomi ve güvenliktir. Güvenliğin içeriği milli güvenlik değil, toplumsal güvenliktir. Kimlik bazlı yaklaşım söz konusudur. Yani göç konusunun “Avrupalılaştığı” söylenebilir (Balcılar, 2022).
Temmuz 2017’de Avrupa Birliği ve Göç Krizi başlıklı belgede yaklaşımı daha da nettir, göç konusu bir kriz olarak ele alınmıştır. Devletlerin bakış açılarıyla göç istenen ve istenmeyen göç biçiminde ayrılır. İstenen göç ekonomik odaklıdır, ihtiyaç duyulan iş gücünün ülkeye girişi demektir. İstenmeyen göç ise iltica ve ailelerin birleşimidir. İltica dil, din, ırk, belirli bir sosyal gruba mensup olmak gibi çeşitli nedenlerle kişilerin başka bir devletin sınırlarında yaşaması durumunu anlatan uluslararası bir koruma statüsüdür. Dolayısıyla başvuru ve inceleme gibi prosedürleri içerir. 1951 Cenevre Statüsü ’ne göre bu kişilere mülteci statüsü ya da bulundukları ülkenin hukuksal düzenlemelerine göre geçici koruma statüsü verilir. Göçmenlerin genellikle aileleriyle birlikte bu hareketliliğe dahil olduğu düşünüldüğünde ailelerin birleşiminin önemi açıktır. Burada gündeme oturan şeyse düzensiz göçtür. Ülkeye yasal veya yasadışı giriş, yasallaştırılmış ya da yasadışı ikamet, yasadışı veya yasal çalışma ya da işsizlik kıstaslarıyla altı türden oluşur (Şemşit, 2018). Bu tasnifin nedeni kişinin durumunun belirsizliğe varacak şekilde değişken durumda olmasıdır. Devletlerin düzensiz göçü güvenlik sorunu olarak algılamasının diğer yüzü göçmenlerin güvencesizliğidir.
Çevresel değişimler her çağda göçün nedeni olmuştur. Ama iklim ve çevresel değişim, mekânsal davranışı otomatik olarak harekete geçiren bir mekanizma gibi kavranmamalıdır. Hareketlilik sosyal gruplar ve bölgelerin kendilerine özgü hassasiyetlerinden etkilenir. Sosyal ve ekonomik çarpan etkisinin de atlanmaması gerekir. Örneğin iklim göçü tarım alanlarındaki verimsizlikten ya da çölleşme nedeniyle gerçekleşebilir. Ancak burada tanıdık olmayan unsur, iklim krizine sürüklenmiş olmamıza rağmen çok sayıda insanın iklim değişikliğine ve iklim krizine ilişkin şüpheci bakış açısıdır. Bilimsel çalışmalara göre 21. Yüzyıl antropojenik iklim değişikliğinin tahakkümündedir. Çevresel faktörlere bağlı göçün bir türü olan afetler nedeniyle göçteki artış, iklim kriziyle neden-sonuç döngüsü içinde bağlıdır. İklim değişikliğiyle birlikte yaşanan deniz seviyelerindeki yükselme, olağandışı hava olayları, kuraklık ve hatta salgınlar gündemimizi oluşturmaktadır (Ilık Bilben, 2018). Hükümetler arası İklim Değişikli Paneli (IPCC)’nin raporlarında ele aldığı üzere iklim değişikliği göç konusunda büyük bir etkendir. Uluslararası Göç Örgütü (IOM)’ne göre ise iklim değişikliğinden kaynaklanan göçün dört unsuru vardır. İlk olarak ani ve yavaş başlangıçlı olmak üzere hava koşullarına bağlı doğal afetler, insani acil durumlar ve artan nüfus etkileri göçün nedeni olabilmektedir. İkincisi iklim değişikliği etkilerinin insanların yaşam koşullarını tehdit etmesi, sağlık, gıda ve su güvenliğini zedelemesi durumudur. Bu durumda kırsal alanda yaşayan nüfusun kaynak yetersizliği nedeniyle sıkışmasına neden olur. Üçüncüsü yükselen deniz seviyeleri ve ada ülkelerin sular altında kalmasıdır. İklim mülteciliği konusunda tehlikede olduğu vurgulanan burada yaşayan nüfustur. Deniz seviyesinin yükselmesi yalnızca uzak ada ülkelerini tehdit eden bir sorun değildir. IPCC raporlarına göre iklim değişimi nedeniyle Türkiye’de deniz seviyesinin 74 cm artması beklenmektedir (IPCC, 2019). Bur durumda deniz seviyesinin yalnızca İstanbul ve İzmir’de 50 cm yükselmesi durumunda 252.000 kişinin taşkınlarla karşılaşacağı öngörülebilir. Dördüncüsü ise iklim değişikliğinin doğal kaynaklar üzerindeki etkisinin rekabeti artırmasından kaynaklıdır. Her durumda iklim değişikliğinden kaynaklanan göç çok kutupludur (Gökpınar, 2018). Çünkü çevresel değişim bir kez ortaya çıktığında ülke sınırlarını tanımaz. Ancak tüm bu olgulara ve literatürdeki iklim adaleti, savunmasızlık, sürdürülebilir kalkınma, iklim mültecileri ve çevre mültecileri gibi kavramlarda çeşitlenmelere rağmen yasal düzlemde belirsizlik hakimdir.
Mülteci-göçmen-sığınmacı kavramlarının içinde çevresel koşullar nedeniyle yer değiştirmenin statüsü kendi başına bir tartışma konusudur. Tartışmanın birinci unsuru sınır ötesi yerinden edilmenin yanı sıra ülke içi hareketlilik biçiminde gerçekleşmesidir. Bu durumda doğrudan mülteci veya göçmen statüsünde tanımlanamazlar. İkinci unsur Cenevre Sözleşmesi’ndeki mülteci tanımı “ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs” biçiminde olmasıdır. Çevresel koşullara bağlı yerinden edilmeye dair bir içeriğin olmamasının nedeni Cenevre Sözleşmesi’nin bireysel zulüm çerçevesinde düzenlenmesidir. BM Yüksek Komiserliği de mülteci statüsü içinde çevresel faktörlere bağlı bir kategori olmadığı için “iklim mültecileri” yerine, “çevresel koşullar nedeniyle yerinden edilenler” tabirini kullanır (Tekin,2020). Fakat bazı yazarlar yaşadıkları koşulların zorluğu ve karşı karşıya kaldıkları felaketlerin mültecilerin yaşadıklarıyla aynı boyutta olduğu için iklim mültecileri kavramını tercih ederler. Devamını okumak için…
Sanem Ecem Akçay |EUROPolitika EUROPolitika Research Hub | Lisansüstü Araştırma Asistanı | Ankara Üniversitesi SBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi | Lisans
- 15.Sayımızı kitapyurducom‘da basılı olarak satın alabilirsiniz.
- Ayrıca dijital olarak shoiper mağazamızdan da satın alabilirsiniz.
Dergimize fongogo platformundan abone olarak bize destek olabilir ve ödüller kazanabilirsiniz.
*Yazılarda ifade edilen görüş ve düşünceler yazarlarını bağlar, dergimizin ve kurumumuzun görüşlerini yansıtmaz; yazıların bütün bilimsel ve hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.
Referanslar:
Aksoy, Z. (2012), Uluslararası Göç ve Kültürlerarası İletişim, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, 5 (20). 6 Eylül 2022 tarihinde https://www.researchgate.net/publication/283798050_International_migration_and_intercultural_communication adresinden erişildi.
Balcılar, A. N. (2022) İklim Adaleti Bağlamında Sınırlar ve İklim Göçü, Uluslararası Eşitlik Politikası Dergisi,
2 (1), 120-125,8 Eylül Tarihinde https://dergipark.org.tr/tr/pub/uepd/issue/70405/1133399 adresinden erişildi.
Boyacı Gümüş Ö. T. (2021) İklim Değişikliği Nedeniyle Yerinden Edilmiş Kişilerin Korunasına Yönelik İlk
Kararlar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında Geri Göndermeme İlkesi, İnsan Hakları Yıllığı 38,
9 Eylül 2022 tarihinde https://dergipark.org.tr/tr/pub/ihy/issue/64470/981894 adresinden erişildi
Ekici, S. , Tuncel G . (2015) Göç ve İnsan , Birey ve Toplum, 5 (1),
Gökpınar, F. B. (2020) 21. Yüzyılda Yeni Bir Güvenlik Sorunu: İklim Mültecileri (Yüksek Lisans Tezi)
http://hdl.handle.net/11452/15523
Ilık Bilben, M.S (2018), Antropojenik İklim Değişikliği Bağlamında Göç Tartışmaları, Sosyal Siyaset
Konferansları Dergisi, 248-252 DOI: 10.26650/jspc.2018.75.0015,
Şemşit, S. (2018), Avrupa Birliği Politikaları Bağlamında Uluslararası Göç Olgusu ve Türleri: Kavramsal Bakış,
Yönetim ve Ekonomi, 25 (1), DOI: https://doi.org/10.18657/yonveek.407308
Tekin, E. (2020) Uluslararası Hukuk Bağlamında İklim Mültecilerinin Korunması Sorunu, TBB Dergisi (147).
Eylül 2022 tarihinde portal.ubap.org.tr adresinden erişildi.
Ziya, O. (2012), Mülteci-Göçmen Belirsizliğinde İklim Göçmenleri, TBB Dergisi (99) 7 Eylül 2022 tarihinde
portal.ubap.org.tr adresinden erişildi.