AB’nin Krizi ve Türkiye’nin Rolü: Yeni Bir Ortaklık Çağrısı

Ali İzzet KEÇECİ

Avrupa Birliği, liberal demokrasinin sarsıldığı bir dönemde değerlerini uygulama zorluklarıyla karşı karşıya, Türkiye’nin üyelik süreci ise Ankara’daki demokratik gerilemeler ve Brüksel’in önyargılı tutumu arasında tıkanmış durumda. EUROPolitika dergisi olarak, bu karmaşık denklemi sorguluyor, AB’nin Türkiye’yi jeopolitik bir dengede tutmak için cesur adımlar atması gerektiğini savunuyoruz. Baş Editörümüz Ali İzzet Keçeci’nin kaleme aldığı bu makale, Türkiye’nin bölgesel gücünü ve AB’nin krizlerini analiz ederken, demokratik reformlarla güçlendirilmiş bir ortaklığın her iki taraf için de vazgeçilmez olduğunu vurguluyor. İlk adım Ankara’dan mı, yoksa Brüksel’den mi gelecek?

ANALİZ

Türkiye’nin yarım yüzyılı geçen AB üyelik macerası neticelenmeden ve tam üyelik ile taçlanmadan önce, kendisinden seneler sonra aday olan nice ülkenin kendisinden önce üye kabul edilmesi ciddi bir mesele olarak gündemi meşgul etmektedir. Türkiye’nin AB’ye, AB’nin ise Türkiye ve lideri Erdoğan’a bakış açısı bu sebeple incelemeye değerdir. Öyle ki; 22 yılı aşkın süredir Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’nin başında bulunan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı Avrupa siyasetinde ve siyasi liderlerinde bir önyargı bulunduğu düşünülse de gerçek aslında çok farklı bir mecrada yer almaktadır.

Türkiye’nin 2010 sonrası AB politikasında ciddi bir değişiklik olduğu aşikar olmakla birlikte gerek siyasi gerekse ticari bağları hiçbir zaman kopmayan bu ikili, zaman zaman ipleri gerse de hiçbir zaman koparma yoluna gitmemiştir. Özellikle Suriye iç savaşı ve akabinde gelen mülteci göçünde Türkiye’nin AB ile ortak çalışması ve geri kabul anlaşması başta olmak üzere AB’ye düzensiz göçü engellemesi büyük bir işbirliği olarak ortada durmaktadır. Avrupa Birliğinin kendi iç kısır çekişmeleri bir yana, son birkaç yıldır başta Almanya ve Fransa olmak üzere pek çok ülkesinde yaşanan hükümet kurma krizleri de AB’nin kendi iç sıkıntılarını gözler önüne sermektedir.

Başat AB ülkelerinde yapılan genel seçimlerin sonuçlarına bakıldığında yükselen aşırı sağ ideoloji artık kendisini iyiden iyiye göstermektedir. Tamda bu dönemde bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Aşırı sağ hareketler bugün Avrupa’da siyasetin belirleyici aktörleri haline gelmiştir. Avrupa merkez siyasetinin zamanın ruhunu doğru okuyamaması bunun temel sebeplerinden biridir. Liberal demokrasi ciddi bir krize ve darboğaza girmiştir. Bir dönemin ilacı olarak gösterilen liberal demokrasi eski gücünü yitirmiştir. İnsanlara güven vermekte yetersiz kalmaktadır. Batı’da bugün yaşanan durum işte budur. Son seçimlerde gördüğümüz üzere aşırı sağcılar dolduruyor.” Demiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cümleleri dikkatle okunduğunda satır aralarında önemli mesajlar içermektedir. 

Avrupa Birliğinin uzunca bir süredir gerek siyasi gerek toplumsal gerekse ekonomik sıkıntılar içinde olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, son genel seçimlerde aşırı sağın yükselmesi ve bazı ülkelerde iktidar ortağı olması gayet tabii bir sonuçtur. AB’nin uzunca bir süredir dünya siyasetinde etki ve yetki alanı tartışmalı bir haldedir özellikle ikinci Trump döneminde AB’ye biçilen rol içler acısıdır. Düzensiz göç, artan enflasyon ve iç sıkıntılar AB açısından hali hazırda ciddi bir “çözüm sürecine” ihtiyacı olduğunu göstermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Avrupa merkez siyasetinin zamanın ruhunu doğru okuyamaması bunun temel sebeplerinden biridir.” cümlesi, belki de son yıllarda AB nereye ve neden gidiyor? Sorusuna verilen en mantıklı yerinde cevaplardan birisidir. AB temellerinin atıldığı dönem olan 1945 sonrasından çok uzak bir dönemde olduğumuzu artık idrak etmelidir. Klasik bürokratik adımlar ve göstermelik tepkilerin bir yana koyulduğu bir dönem kısa bir süre içerisinde gelmez ise AB kuruluş amacının da çok uzağında bir sembolik kurum haline dönebilir. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “Bir dönemin ilacı olarak gösterilen liberal demokrasi eski gücünü yitirmiştir. İnsanlara güven vermekte yetersiz kalmaktadır.” cümlesi ise AB ningeleceği adına var olan endişeleri dile getirmek adına yine tam yerinde bir eleştiridir. Hukukun üstünlüğü ilkesi ve temel hak ve özgürlükler bağlamında kendi içerisinde tutarlı olduğu düşünülen AB’nin özellikle düzensiz göçmen kabulü ve dünyada yaşanan diğer gelişmelere karşı tavrı (özellikle Gazze savaşı) ve dünya reel siyasetinde gerçekten de artık güven vermeyen duruşu bu cümleyi haklı çıkarmaktadır. ABD başkanı Trump’ın önce İngiltere Başbakanı Starmer akabinde Ukrayna lideri Zelenski’ye yönelik tavrına bakıldığında AB’nin ABD ile eskisi gibi müttefik olup olamayacağı olsa bile bu müttefikliğin nasıl bir şekil alacağı merak konusudur. Tıpkı 1956 Süveyş krizi sonrası Fransa ve İngiltere’nin ABD’nin desteği olmadığı için geri çekildiği ve artık ABD siz bir şekilde bir güç ve dış politika belirleme yoluna girişmesi gibi bir dönemi yaşanmaktadır. Bugünde AB’nin önünde artık kendi başına ve ABD olmaksızın bir dış politika ve güç dengesi kurması konusunda bir aksiyon alması beklenmelidir. Tamda bu noktada Türkiye faktörü AB için vazgeçilmez bir şekilde karşısında durmaktadır. Türkiye AB için her zaman bir müttefik ve paydaş olmuştur, tam üyelik sürecinin askıya alınması ve açılan başlıkların tam manasıyla kapanmamasında Türkiye’nin eksikleri olduğu aşikardır ancak AB bürokrasisi ve yönetimlerin Türkiye karşıtı tavrı da göz ardı edilmemelidir.

Özellikle Ukrayna ile Rusya arasında süregelen savaşın üçüncü senenin dolduğu göz önünde bulundurulursa, bu konuda en aktif ve iki tarafı da tanıyan ve doğrudan muhatap alan bir Türkiye ve lideri Erdoğan, AB için bu hususlarda önemli bir danışılan rolü üstlenebilecek durumdadır. İç barış sürecini tamamlamış bir Türkiye, Ukrayna savaşının bitmesi, Suriye’nin yeniden inşası ve mülteci meselesinin çözümü konularında AB’ye gerçekten referans olabilecek noktadadır. Türkiye’nin geçmişten bugüne referans kabul edilebilecek bir alt yapısı ve donanımı olduğu ve yön veren bir ülke olduğu AB ülkeleri tarafından bilinmekle birlikte, klasik bir Ortadoğu ülkesi muamelesi yapılması kabul edilemez. Türkiye uluslararası hukukta yer alan “halefiyet ilkesi” gereği Osmanlı Devletinin varisidir ve Osmanlı Devleti 1856 Paris Antlaşmasının amir hükümlerine göre bir Avrupa devletidir. Türkiye’nin AB yolunda ev ödevlerini yapmakta ya da bazı dönemlerde karşıt politikalar sebebiyle ağırdan almakta eksikleri olduğu gözlenebilir ancak AB’nin son 15 senedir Türkiye’ye karşı tutum ve davranışları da dikkatle izlendiğinden hiçte iç açıcı görünmemektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının devamında; “Avrupa ile ilişkilerimizin eski ritminde olmasını önemsiyoruz. Avrupa Birliğini içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir. Avrupa’ya can suyu verecek olan Türkiye’dir, Türkiye’nin tam üyeliğidir. Biz hep olduğu gibi yapıcı anlayışla, üyelik sürecimizi ilerletme arzusundayız. AB’nin ve AB’ye yön veren ülkelerin yanlışta ısrar etmekten vazgeçmesi gerekiyor. Türkiye olarak 360 derecelik bakış açısıyla pergelin bir ayağını Ankara’ya sabitleyip diğeriyle dünyaya çevirmeye devam edeceğiz.” Demiştir.

Şu unutulmamalıdır ki, Ankara gerek bölgesinde gerekse dünyada bir oyunun parçası değil aksine bir oyun kurucudur. Nasıl ki, dünya savaşı sonrası parçalanmaya ve işgale karşı milli mücadele ve akabinde gelen devrimler ile cevap verdiyse ve varlığını tescil ettirdiyse, bugünde varlığını ve ağırlığını hissettirmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Avrupa Birliğini içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir.” Sözü aslında yakın gelecekte Avrupa’nın içinde bulunduğu sıkıntılar ve sorunların çözümü noktasında en önemli paydaş ve insan kaynağı olarak Türkiye’yi göreceği/görmesi gerektiği ve bu yönde adımlar atacağı hususuna dikkat çekmektedir. Avrupa Birliği halen devam eden Ukrayna savaşında dahi net bir tavır alamamışken ve barışa dönük çabaları sınırlı bir halde dururken, Türkiye’nin Ukrayna konusunda net bir duruş sergilemesi ve Rusya ile de devam eden diyaloğu nedeniyle bir nevi arabulucu olabilecek durumdayken AB’nin Türkiye’yi görmezden gelme siyaseti bir nihayete ermelidir.

Gündemde bulunan “Terörsüz Türkiye” ruhu gerçekleştiği an, AB’nin senelerdir dile getirdiği nice insan hakları ihlali konusu da geçerliliğini yitirecektir. Göründüğü üzere Avrupa Birliğinin Türkiye’ye olan ihtiyacı ve görmek istediği destek her zamankinden daha fazladır ve AB’nin geleceği son yaşanan siyasi krizlerde kendini gösterdiği üzere Ankara üzerinden gitmektedir. Türkiye’nin bir an önce nihayete erdirip sulh ile neticelendireceği terörsüz Türkiye politikası, Avrupa’nın Türkiye’si olarak yeni bir ruh ve kimlikle ancak ciddi ve köklü bir tarihsel alt yapı ile kendisini gösterecektir.

Vakit Ankara’nın desteği ile Brüksel yolunda küresel siyaset vaktidir, geç kalanın oyun dışında kaldığı bir küresel oyunda ne Türkiye’nin nede Avrupa Birliğinin kaybedeceği bir gün dahi yoktur ve olmamalıdır.

    Total
    0
    Shares
    Previous Post

    Fransa’nın Beşinci Cumhuriyeti iplerin ucunda

    Next Post

    Batısızlaşma Söz Konusu (Mu?)

    Related Posts