Prof. Dr. Ahmet Sözen ile Söyleşi

Yusuf ERTUĞRAL

Federasyon mu İki Devlet mi? 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Öncesi Analiz

SÖYLEŞİ

Moderatör Yusuf Ertuğral: Merhabalar hocam. Kıbrıs sorunu üzerine 20 yılı aşkın deneyimizle, federasyon modelinin Türkiye’nin Kıbrıs politikası stratejik önemi nedir sizce? Bu model Doğu Akdeniz güvenlik dinamikleri ve AB ilişkileri açısından ne gibi kritik bir unsur oluşturur. Bu konuda sizin bilginizi almak isteriz.

Prof Dr. Ahmet Sözen: Aslında bildiğin gibi federasyon modeli özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından sonra, yani 1977-1979 Kıbrıs’taki iki lideri Makarios-Denktaş ve Denktaş-Kleridis’in üst düzey veya doruk anlaşmaları dediğimiz anlaşmalarla tescillenen ve o günden beridir aslında uluslararası toplumun, başta Birleşmiş Milletlerin, gözünde Kıbrıs çözümünün parametreleri olmuştur. Yani federasyon aslında neredeyse tüm dünyanın Kıbrıs’ta çözüm olarak gördüğü en önemli bir parametredir. Ama daha gerilere gidecek olursak yani 60’lı yıllara, aslında federasyon bir Türk tezi, rahmetli İsmet İnönü’nün döneminde geliştirilen bir Türk teziydi ve tabi Kıbrıs Rumları bunu uzun zaman kabul etmedi. Aslında 1977’de Makarios bunu kabul ettiği zaman biraz da kerhen kabul etmişti. Yani istemeye istemeye kabul etmişti. O yüzden territorial integrity dediğimiz yani toprak bütünlüğü, devletlerin, ülkelerin toprak bütünlüğü ilkesine saygı göstereceksek, hâlâ bu çok önemli bir uluslararası hukuki prensipse, kuralsa aslında federal bir devlet Kıbrıs’ta ve birçok başka yerde, birçok ülkenin bölünmesini önleyen de çok önemli bir modeldir diye düşünüyorum. O yüzden özellikle hem Doğu Akdeniz’deki bugünkü uyuşmazlıkların çözümü ve özellikle deniz yetki alanlarının yani bölgedeki, Doğu Akdeniz’de kıyısı olan ülkelerin kendi aralarındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması için ve birçok başka uyuşmazlığın çözülmesi için de Kıbrıs’ta federal bir çözüm çok ciddi bir tetikleme yapabilir diye düşünüyorum. Yani Kıbrıs’ta bir federal çözüm olmasını hayal edin. Bu Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini de çok pozitif yönde etkileyecektir.Bir yerde Avrupa Birliği’ne girmiş Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin AB içinde bir sözcüsü olacaktır, bir sesi olacaktır. Bunun dışında birçok Doğu Akdeniz’deki, biraz önce bahsettiğim deniz yetki alanları, Kıbrıs meselesi çözüldükten sonra da çok daha rahat Türkiye ile Birleşik Kıbrıs Devleti ve İsrail, Suriye vesaire gibi ülkeler de kendi aralarındaki problemleri daha rahat çözecektir. Hatta bu, Kıbrıs’ta bir çözüm, belki de Türkiye-Yunanistan arasında Ege’deki deniz yetki alanları problemini de pozitif yönde etkileyip bu kadar büyük bir sıkıntıyı da aşabilecektir diye düşünüyorum.

Y.E.  : Hocam malumunuz geçmiş seçimlerde, en son yapılan seçimlerde Ankara’nın müdahalesi olmuştu. Yani, baktığımız zaman son günlerde Ankara’nın seçime etki ettiği iddiaları oluyor fakat bu sefer fazla bir etki yapılmadığı söylenmesine rağmen burada bazı siyasetçileri görüyoruz; Ümit Özdağ, Mevlüt Çavuşoğlu’nun da geldiği haberleri var.

Prof Dr. Ahmet Sözen: Eski Genelkurmay Başkanı, Eski Savunma Bakanı Hulusi Akar, hatta bildiğim kadarıyla, duyduğum kadarıyla sanıyorum yarın Cevdet Yılmaz vesaire gelecek. Yani daha ne olsun?

Y.E. : Peki sizce bu resmi açıklamalar, diplomatik mesajlar medyaya nasıl yansıyor? Kamuoyunda seçmenin ne denli fikrini değiştirebilir, etki edebilir sizce?

Prof Dr. Ahmet Sözen: İki yönde etki eder diye düşünüyorum. Ama hangisini daha fazla etkiler, onu bilemiyorum. Onun için bir bilimsel çalışma, bir anket yapmak lazım. Kastım şudur: Bir, bu insanların gelişiyle bazı, özellikle sağ kökenli yani milliyetçi damarları daha güçlü olan kesimi, belki iki devletli çözümü savunan Ersin Tatar’a doğru yönlendirecektir, muhakkak. Özellikle de Türkiye kökenli olup Kıbrıs’a gelip yerleşmiş bazı insanları ve KKTC vatandaşlığı alıp seçmen olan insanların bir kısmını etkileyebilir, o yönde. Diğer yönde ise en azından söylemde KKTC bağımsız, eşit, egemen bir devlettir, diyen Türkiye’nin bu kadar önemli yetkililerinin, Türkiye’yi temsil eden insanların buraya gelip de seçimlere bu kadar müdahale etmesi ters tepebilir. Bazı kararsızları ve özellikle Kuzey Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk toplumunun kendi başına müdahalesiz bir şekilde, kendi kendini yönetmesine inanan insanlara da pozitif bir motivasyon verip, onları sandığa götürüp tam da diğer adaya, yani daha çok federal çözümü savunan ve Türkiye’yle eşit ilişkiler kurmayı savunan adaya oy vermelerine sebep olabilir diye düşünüyorum. Yani her iki çeşit de etki edecektir.

Y.E.: Hocam, bu uluslararası düzeyde iki devletli çözüm önerisini Ankara savunuyor bu şekilde ama gözde görülür bir şey yoktu. Bir açıklama veya eylemleri gözükmüyordu. Son Birleşmiş Milletlerdeki Erdoğan’ın konuşmasından sonra ama ne kadar bu cılız mı yoksa etkili olduğu tartışılır.

Prof Dr. Ahmet Sözen: Son dört yıldır galiba Erdoğan aynı mesajı veriyor ama dört yılda bakmak lazım, ne değişti? Erdoğan, evet ülkeleri davet ediyor Birleşmiş Milletler Genel Kurul kürsüsünden, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni gidin tanıyın falan diyor ama peki dört yılda kaç tane ülke tanıdı? Ben sana söyleyeyim, sıfır. Peki ciddi anlamda, tanımasa bile, ciddi anlamda Kuzey Kıbrıs’la, Kuzey Kıbrıs’taki insanların vesaire günlük yaşamlarını pozitif yönde etkileyecek, örneğin; Kuzey Kıbrıs üzerindeki kısıtlamaların, ambargoların azalmasına etki edecek herhangi bir hareket gördük mü? Ben sana söyleyeyim, hayır. O zaman bunun etkisi ne kadardır? Cevap çok bariz.

Y.E.: Peki, Birleşmiş Milletler müzakerelerindeki tecrübenizden yola çıkarak Ankara’nın etkisi altında federasyon fikrinin zayıflaması, Kıbrıs’taki barış sürecinde iki toplumlu diyaloğu nasıl baltalayabilir?

Prof Dr. Ahmet Sözen: Şunu söyleyeyim, son Crans-Montana’da, yani 2017’de çöken uluslararası Kıbrıs konferansından sonra Türk tarafı, özellikle Türkiye’nin de bastırmasıyla yeni bir politika izlemeye başladı. İki eşit egemen statü şeklinde, kısaca iki ayrı devlet veya iki devletli çözüm gibi de bu söyleniyor. Bunun çok itibar görmediğini görüyoruz. Yani geçtim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeleri veya daimi olmayan, geçtim Avrupa Birliği üye ülkelerini, Türkiye’nin dostları diyebileceğimiz ülkeler de buna rağbet gösterdi. Ama Türkiye de bunu biliyor, onu da söyleyeyim. Yani Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kısa veya orta vadede uluslararası toplumun çoğunluğu tarafından, hele hele Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi ülkeleri tarafından tanınıp BM’ye üye bir devlet olamayacağını Türkiye adı gibi biliyor, onu da söyleyeyim. Ama bilmesine rağmen bunu sürdürüyor çünkü bunu sürdürmesinin arkasında da belli sebepler var. Bu yeni siyasete geçişin arkasında belli sebepler var. Bu sebepleri ben farklı mecralarda dillendirdim, sen de okumuşsundur. Hem küresel bazda çok ciddi bir güç geçişi yaşanıyor şu anda biliyorsun. Yani nispeten ABD’nin hegemonyasının azalması, Çin’in yükselişi, Çin kadar olmasa da Rusya’nın biraz yükselişi, Soğuk Savaş sonrası ABD hegemonyasındaki tek kutuplu dünyanın başka bir yere evrildiğini görüyoruz. Ve bu evrilme içerisinde de eski, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan, kurala dayalı sözde liberal, sözde küresel sistem başka bir sisteme evriliyor ve o eski sistemin değerleri ve normları giderek flulaşıyor, belirginsizleşiyor. Bu belirginsizlik döneminde de birçok ülke, özellikle de orta güçlü ülkeler, Middle Power dediğimiz Türkiye gibi, kendi etki alanlarını bu yeni sistemde daha iyi oturtmak için, çoğaltmak için, daha iyi bir pozisyon alabilmek için geleneksel politikalarını bırakıp başka yönlere doğru da gidiyor. İşte bunu yaşıyoruz ve bu geçiş dönemindeki uluslararası sistemin kural ve normlarının flu olmasından dolayıdır ki Türkiye, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm, yani mümkün olmadığını bilmesine rağmen bunun sürdürme lüksüne sahiptir. Bunu belki müzakerelerde, ileride yapabileceği daha geniş bir müzakere sürecinde bir koz olarak kullanıyordur diye düşünüyorum. Yani ben Kıbrıs’ta esneyeceksem şu anda esnememe gerek yok. Zaten Kıbrıslı Rumlar da önceki müzakerelerde Türkiye’ye bu kozu verdiler. Nasıl verdiler? Çünkü güç paylaşımına ve siyasi eşitliğe dayalı Kıbrıs’ta bir çözümü istemedi Kıbrıs Rumları veya Kıbrıs Rum liderliği. Annan Planı’ndan beri çok yüksek oranda, %76’lık, 2004’teki Annan Planı’na Kıbrıs Rumlarının reddi var. Daha sonra müzakerelerin çöküşünde gerek Talat-Hristofyas, gerek Akıncı-Anastasiadis, Crans-Montana’ya kadar buralarda da Kıbrıs Rum liderliğinin çok ciddi ayak diremesi var. Bir siyasi eşitlik ve güç paylaşımına dayalı bir çözümü kabul etme konusunda. O yüzden onların karneleri de çok kötü. Bu da Türkiye’ye başka bir koz daha veriyor, ki bu iki devletli çözüm en azından söylemde bunu devam ettirmesi ve dediğim gibi bu belirsiz dönem de buna yardımcı oluyor. İleride daha geniş bir iş birliği ve pazarlık olacaksa bu Doğu Akdeniz’i de kapsayabilir, enerjiyle alakalı konular olabilir veya ileride Türkiye ile Avrupa Birliği, Avrupa ülkeleri arasında daha sıkı fıkı, daha pozitif ilişkiler olacaksa ona göre Türkiye, Kıbrıs konusunda da esneyebilir. Eğer olmayacaksa esnemeyebilir de. Böyle bir dönemden geçiyoruz. O yüzden Türkiye, Kıbrıs’ı yıllar önce, bir beş yıl kadar önce, İngiliz Guardian Gazetesi’ne verdiğim bir mülakatta şöyle demiştim: Kıbrıs daha büyük bir jeopolitik masada bir meze olmuştur. Yani Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk halkı veya Kıbrıs Rum halkı ne ister falan bunlar evet, önemli şeyler ama hani o günümüz reel politik ve o jeopolitik geçişlere battığımız zaman küçük konular gibi görünüyor. İşin bu kısmını da görelim diye düşünüyorum.

Y.E. : Uluslararası konjonktüre değindiniz hocam ama dış politikaya geçmeden yine iç politikayla ilgili bir sorum vardı. Şimdi, en çok konuşulan 19 Ekim’deki cumhurbaşkanlık seçimlerinin ardından adaylar arasında Erhürman ve Tatar’ın seçilmesi sonrasında yaşanacak senaryolar. Bunları açabilir miyiz, acaba ne gibi senaryolar bizi bekliyor?

Prof Dr. Ahmet Sözen: Şöyle; Kıbrıs’taki iki tarafa baktığınız zaman yani iki liderliğe baktığınız zaman biraz önceden bahsedeyim. Şu anda iki var olan lidere baktığınız zaman, Ersin Tatar’la Nikos Hristodulidis, iç dinamiklerle yani bu iki liderle Kıbrıs’ta herhangi bir anlamlı müzakerenin, anlaşmayı geçtim, herhangi bir anlamlı müzakere sürecinin başlaması imkansız hayal. Bir tarafta zaten Kıbrıs Türk lider Sayın Tatar, çok açık ve net söylüyor: “Ben iki devletin dışında başka bir şey konuşmam.” Bir tarafta o duruyor. Bir taraftaysa, aslında sadece sözde federal hükümeti, federal devleti savunduğunu söyleyen ama karnesinin çok kırık notlarla dolu olan Sayın Hristodulidis. Yani bir yerde Sayın Hristodulidis-Anastasiadis döneminde 2017’de örneğin ne yapıyor? 2017’deki, Crans-Montana’daki müzakerelerin çöküşünde çok önemli rol oynuyor. Bugün seçmenine baktığınız zaman Hristodulidis’in, Güney Kıbrıs’taki en aşırı milliyetçilerin seçtiği bir kişi. O yüzden bu iki liderden anlamlı bir müzakere sürecinin hatta diyaloğun olmasını beklemek, ölü gözünden yaş beklemekle eşit. O yüzden iç dinamiklerle bir yere gidemeyiz, onu söylemeye çalışıyorum. Senaryolardan birisi, Sayın Tatar’ın seçilmesi durumunda, bugünkü durumun çok değişmeden devam edeceği. Ufak tefek bazı başka sıkıntılar olacaktır, konjonktüre göre de onları savuşturmak için taraflar pozisyon alacaktır. Örneğin; Kuzey Kıbrıs’taki mülkiyet krizi vs. gibi konular. Burada bugün o kadar vaktimiz yok, detaylı konuşamayız. Belki başka zaman yaparız. Ama çok fazla değişen bir şey olmayacak. Diğer senaryo, yani Tufan Erhürman’ın seçilmesi durumunda ne olacak? Kıbrıs Rum liderliğinin tutumunu biraz önce söylemiştim. Kıbrıs Rum liderliğini özellikle Türkiye ile Tufan Erhürman arasında koordineli bir politika izlenecekse, ki bugüne kadar hep öyle olmuştur, Kıbrıslı Türk lider kim seçilmişse hep Türkiye ile bir koordinasyon içinde siyaset izlenmiştir. Hristodulidis’i bugünkü kadar rahat bırakmayacak bir süreç başlayabilir. En azından iki liderin görüşeceği belki formal değil, yani resmi görüşme değil ama daha çok diyalog olacaktır. Belki güven yaratıcı önlemler konusunda bazı iş birlikleri yapılabilir. Ama anlamlı bir müzakere sürecinin tekrardan resmi bir müzakere sürecine dönüşebilmesi için bölgesel ve diğer küresel gelişmelerin de bunu tetiklemesi lazım. Örneğin; Türkiye’nin iki eşit devlet siyasetinden ısrarını kaldırıp Kıbrıs’ta müzakerelere dayalı, güç paylaşımına dayalı bir çözüme, bir federal çözüme, belki ismi konmadan bir çözüme ve diyaloğa açık olduğu teziyle veya pozisyonuyla bu iş başlar. Ama tabii bu tek başına yeterli değil, bir sonuç vermesi için. Uluslararası toplumun Kıbrıs Rum liderliğini de yani Hristodulidis’i de gerçek anlamda bu konuda hizaya getirmesi gerek. Bir federal çözümü veya güç paylaşımına dayalı çözümü sözde değil, fiiliyatta da kabul ettiğini gösterebileceği adımları atması için cesaretlendirilmesi, motive edilmesi, ki baskılanması ne derseniz deyin, bunların olması lazım. Ve tabii bunların olabilmesi için de dediğim gibi daha çok bölgesel bazda bazı dinamiklerin devreye girip, daha büyük bir pazarlık durumunda tüm bölgedeki ülkelerin de faydalanacakları, belki Doğu Akdeniz ve daha geniş anlamıyla Orta Doğu’yu da içine alacak, örneğin; Türkiye ile İsrail’in gerçek anlamda normalleşeceği ve iş birliği yapabileceği bir ortamın oluşması lazım diye düşünüyorum.

Y.E.: Son soru olarak hocam, bölgesel dinamiklerden söz ettiniz, bu şekilde bağlamak istiyorum. Son dönemlerde yaşanan Rusya-Ukrayna savaşı olsun, İsrail-Filistin çatışması olsun ve Güney Rum tarafında yaşanan Fransa’nın, Almanya’nın, İngiltere’nin, Amerika’nın olağanüstü silahlanması, İsrail’in savunma sistemlerini yerleştirmesi, bu durum karşısında Kıbrıs’ta bir federal yapının yapılması elzem mi görülür yoksa konjonktür olarak buna aykırı mıdır? Yani iki devletli çözüm bu sisteme uygun mudur? Yoksa federal sistem bu aşırı kamplaşmanın ve kutuplaşmanın önünü alabilir mi sizce?

Prof Dr. Ahmet Sözen: Yani böyle çok katî burada söyleyebileceğim bir şey yok. Ama şunu söyleyebilirim ki, uluslararası sistemde çok radikal bir dönüşüm olmadıktan sonra örneğin; uluslararası toplum, toprak bütünlüğü ilkesinin, territorial integrity dediğimiz prensibi, tamamen çöpe atmadıktan sonra kısa ve orta vadede Kıbrıs’ta iki devletli bir çözüm mümkün değil. Ama bunu söylerken şunu da söyleyeyim; aslında fiiliyatta yani arazide ta 1964’ten beridir Kıbrıs’ta iki devlet var. İki yönetim var, defacto olarak, fiili olarak ve özellikle de 1974’ten sonra bu iki bölgeli olmuştur. Yani kuzeyde bir Türk yönetimi oldu ve tabii ki 83’ten sonra da bunun resmi bir ismi olmuştur; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Evet, sadece Türkiye tarafından tanınıyor ama fiiliyatta iki ayrı devlet var. Ama bu iki ayrı devletin tamamen Birleşmiş Milletlere üye iki ayrı devlet, tanınmış devlet olmasının mümkün olmadığını söylüyorum ben. Kısa veya orta vadede. Uzun vade… o uzun vade ne olur? 500 yıl sonrasını konuşamam. İşin esprisi tabii. O yüzden aslında tansiyonun düşmesi için, sadece Kıbrıs’taki iki toplum arasındaki tansiyondan bahsetmiyorum, ki aslında birçok başka uyuşmazlığa göre Kıbrıs’ta çok fazla bir tansiyon yok. O da çok önemli ve çok değerlidir. Yani bugünkü var olan statüko çok değerlidir. Onun da farkına varalım. Bu statükoyu sonsuza kadar sürdürmek anlamında söylemiyorum. Çözüm bulmak için müzakerelere dayalı, iki tarafın rızasına dayalı bir çözüm bulmak için çabalarımızı devam ettirelim ama bugün var olan sulh ortamı aslında çok değerlidir. Bakın size bir örnek vereyim: Bundan bir süre önce eski bir diplomat olan, eski İsrail’in Türkiye Büyükelçisi Alon Liel, benim de arkadaşımdır, bir kitap yazdı ve benden bir ricada bulundu. Dedi ki “Ahmet, İsrail’de ben bu kitabın lansmanını yaparken bana bir video çek, 5-10 dakikalık ve o videoda anlat, nasıl oluyor da siz Kıbrıs’ta çözümsüzlük olmasına rağmen, yani siyasi probleminizin devam etmesine rağmen birbirinize şiddet uygulamadan, birbirinizi öldürmeden bunu sürdürebiliyorsunuz? İsrailliler bundan ne öğrenebilir? Lessons for Israelis to learn from Cyprus problem.” Ondan sonra ben bu kavramı ben tekrardan, bu kadar uzun yıllardan sonra Kıbrıs meselesine bu kadar yoğun bir şekilde bakan birisi olarak, tekrardan ben bazı inanışlarımı, bazı inançlarımı sorgulamaya başladım. Benim için Kıbrıs’taki statüko, bölünmüşlük, ismine ne derseniz deyin, aslında böyle çok da sevilecek, hatta böyle biraz da tiksintiyle bakılacak bir şey, yani bir an önce çözüm bulalım falan ama bütün bunlara rağmen dünyanın, özellikle son dönemlerde, bazı uyuşmazlıklarda yaşadıkları acıları, şiddet olaylarını gördükten sonra Kıbrıs’taki var olan uyuşmazlığın ne kadar şiddetten arınmış olması, ne kadar değerli olduğunu da bize gösteriyor. O yüzden de bugünkü var olan durumu da gözümüz gibi korumamız ve bunun dejenere olmaması için, kötüleşmemesi için de elden geleni yapmamız gerekir. Bunun üzerine tabii ki çabalarımızı sürdüreceğiz. İki tarafın rızasına dayalı bir çözüm ve özellikle güç paylaşımına dayalı bir federal veya ne ise çözüm bulmak için bunu sürdüreceğiz. Ama böyle de bir durum var. Tekrar soruna dönecek olursam, kişisel olarak belki bu konuda tamamen objektif olamam veya tamamen tarafsız olamam, taraflıyım. Çünkü toprak bütünlüklerinin yaşaması gerektiğine inanan, ülkelerin bölünmemesi gerektiğine inanan birisi olarak Kıbrıs’ta federal bir çözüm, güç paylaşımına dayalı bir çözümün birçok, hem ülke içinde hem ülkenin dışındaki problemlerin çözümünde faydalı olabileceğini ve işleri yumuşatabileceğini düşünüyorum.

Y.E.: Hocam son soru dedim ama bir son soru daha. Bu donmuş çatışma konusunda siz gerek makalenizde gerek söyleşilerinizde hep bunun altını çizerek söylüyorsunuz. Hangi durumda yapılacak eylemlerde, bu donmuş çatışmayı riske döndürebilir, sıcak bir çatışmaya döndürebilir? Sizin tavsiyeleriniz nelerdir? Neler olabilir?

Prof Dr. Ahmet Sözen: Biraz önce dediğim gibi biz bugünkü o “Donmuş Uyuşmazlığı” veya bizim alanın duayeni olan rahmetlik Johan Galtung’un tabiri var, “Negatif Barış”. Pozitif barış değil de negatif barış. Yani o doğrudan çatışmaların ve şiddetin olmadığı durumlara negatif barış diyor. Orada yapısal ve kültürel şiddet var. Pozitif barışa ulaşmak için onları da aşmanız gerekiyor ama en azından negatif barışın preserve edilebilmesi için, korunabilmesi için ve geriye gitmemesi için yani şiddete dönüşmemesi için elden gelenin yapılması lazım. Burada da önemli olan konuların başında, taraflar arasında diyalog kanallarının açık kalması ve iletişimin çok farklı alanlarda ve çok farklı seviyelerde, katmanlarda devam etmesi. Bu çok önemli. Siz eğer bir uyuşmazlığınız veya bir konuda farklı düşünceniz varsa bunu çözmek için bunun yegane yolu, doğru yolu veya sağlıklı yolu; konuşmaktır. Diyalogla çözersiniz. Diğer bir yolu da nedir? Güçlü olan alır topuzu, baltayı, silahı her neyse diğerinin kafasına indirir. Böyle bir çözüm istemiyorsanız yani birinin tamamen kazandığı, birinin de tamamen kaybettiği bir çözüm istemiyorsanız yapılması gereken, iletişim kanallarının açık bir şekilde konuları diyalog yoluyla çözmektir. O yüzden de hem Kıbrıs, Rum ve Türk liderliği arasında hem de diğer sivil toplum örgütleri olur, sendikalar olur, vs. vs. dernekler olur. Bütün buralarda da iki taraf arasındaki diyaloğun sürekli açık kalması en önemli, bizi şiddetten koruyacak, en önemli faktördür diye düşünüyorum.

Y.E. : Değerli görüşleriniz için çok teşekkür ederim, sağ olun hocam.

Prof Dr. Ahmet Sözen: Estağfurullah, ben teşekkür ederim.

19 Ekim 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi hazırlanan araştırma haber dizimize, söyleşimizin konuğu Prof. Dr. Ahmet Sözen’in değerli değerlendirmeleriyle birlikte, aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Bu kapsamlı yazı dizisi, dergimizin editörü Yusuf Ertuğral tarafından Kısadalga.net için özel olarak kaleme alınmıştır.

https://kisadalga.net/haber/arastirma/yazi-dizisi-kktcnin-secimi-1-federasyon-tartismalari-ve-ankaranin-golgesi-133955

https://kisadalga.net/haber/arastirma/kktc-secimlerinde-ekonomi-issizlik-ve-izolasyon-133956

https://kisadalga.net/haber/arastirma/yazi-dizisi-kktcnin-secimi-3-kibrista-secim-sonrasi-senaryolar-federasyon-mu-iki-devlet-mi-133957

Total
0
Shares
Previous Post

KKTC Seçiminde Sessiz Mücadele: Federasyon Tartışması ve Ankara’nın Etkisi

Next Post

İrlanda Cumhurbaşkanlığı Seçimi: Catherine Connolly’nin Yükselişi ve Siyasi Yansımaları

Related Posts