Kıbrıs’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Schengen Bölgesi’ne katılma süreci ve Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılması (Brexit) sonrası Kuzey İrlanda sınır sorunları, modern Avrupa’da sınır yönetiminin ne kadar karmaşık ve hassas bir mesele olduğunu gözler önüne seriyor. Her iki durum, bölünmüş coğrafyalarda sınırların hem siyasi hem de ekonomik sonuçlarını yeniden tanımlıyor. Bu analiz yazısında GKRY’nin Schengen’e katılımının KKTC ve Güney Kıbrıs için yaratacağı dezavantajları, Brexit sonrası Kuzey İrlanda sınır sorunlarıyla karşılaştırarak kısa bir analiz sunulmaya çalışılacaktır.
ANALİZ
Kıbrıs’ta Schengen: Yeşil Hat’ın Yeni Sınavı
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY), 2026 yılına kadar Schengen Bölgesi’ne katılma hedefi, adanın bölünmüş yapısı nedeniyle ciddi zorluklar barındırıyor. Schengen’e dahil olmak, Kıbrıs’ın kuzeyini ve güneyini ayıran Yeşil Hat’ı Avrupa Birliği’nin dış sınırı haline getirecek. Bu durum, Kıbrıs Türk tarafı için hem siyasi hem de sosyoekonomik sonuçlar doğurabilir.
Özellikle Kuzey Kıbrıs’ta yaşayanlar açısından, Yeşil Hat’taki geçişlerin daha sıkı kontrol altına alınması; iş, eğitim, sağlık ve temel ihtiyaçlar için Güney’e geçişleri zorlaştırabilir. Böyle bir senaryo, zaten uluslararası alanda tanınmayan ve sınırlı bağlantılara sahip olan Kuzey Kıbrıs’ın izolasyonunu daha da derinleştirebilir.
Güney Kıbrıs açısından ise Schengen üyeliği ciddi bir mali ve idari yük anlamına geliyor. Yeşil Hat’ın Avrupa’nın dış sınırı olarak yönetilmesi, yeni güvenlik personeli, ileri teknoloji sistemleri ve altyapı yatırımları gerektiriyor. Bu süreçte hem AB ile uyumlu bir güvenlik politikası yürütmek hem de Kıbrıslı Türkleri doğrudan hedef almadan bu kontrolü sağlamak, dikkatle yönetilmesi gereken bir diplomatik denge gerektiriyor.
Ayrıca, Yeşil Hat’taki denetimlerin yetersiz kalması halinde düzensiz göç akınları riski de artabilir. Bu nedenle Schengen’e katılım sadece teknik değil, aynı zamanda siyasi, toplumsal ve güvenlik açısından da çok boyutlu bir sınav olacak.
Kısaca, Schengen üyeliği Kıbrıs için hem bir fırsat hem de karmaşık bir meydan okuma niteliği taşıyor. Adaya dair çözümsüzlük devam ettikçe, bu süreç iki toplum arasındaki uçurumu derinleştirme riski taşıyor.
Brexit ve Kuzey İrlanda: Sert Sınırın Geri Dönüşü
Brexit’in ardından Birleşik Krallık ile AB arasında çizilen yeni sınırlar, İrlanda Adası’nda barışı ve istikrarı tehdit eden bir krizi beraberinde getirdi. 1998 tarihli Hayırlı Cuma Anlaşması’yla yumuşatılan ve adeta görünmez hale gelen Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti arasındaki sınır, Brexit sonrası AB’nin dış sınırına dönüştü. Bu gelişme, yalnızca teknik değil, aynı zamanda son derece siyasi bir fay hattını da yeniden harekete geçirdi.
Çözüm olarak getirilen Kuzey İrlanda Protokolü, fiziksel sınır kontrollerini İrlanda Adası’ndan alarak İrlanda Denizi’ne taşıdı. Bu sayede Kuzey İrlanda, fiilen AB’nin gümrük kurallarına bağlı kalmaya devam ederken, malların serbest dolaşımı da sürdürülmeye çalışıldı. Ancak bu düzenleme, Kuzey İrlanda’daki Birlikçi kesimler tarafından Birleşik Krallık’tan bir kopuş olarak algılandı ve siyasi tansiyonu tırmandırdı.
Ekonomik etkiler de kısa sürede hissedildi. Lojistik maliyetler arttı, tedarik zincirlerinde gecikmeler yaşandı ve özellikle küçük işletmeler yeni gümrük prosedürlerinden olumsuz etkilendi. Tarım, gıda ve perakende sektörlerinde faaliyet gösteren birçok şirket, artan bürokrasiyle mücadele etmek zorunda kaldı. Protokol, yalnızca ekonomik değil, toplumsal düzlemde de çatlaklar yarattı.
Siyasi kutuplaşmanın derinleşmesiyle birlikte, Birlikçi gruplar sokak protestolarını ve siyasi blokajları yeniden gündeme getirdi. Her ne kadar fiili bir “sert sınır” oluşmasa da yaratılan yeni denetim mekanizmaları, Birleşik Krallık’ın iç bütünlüğü üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu. Ayrıca, limanlarda artan kontroller, kaçakçılık ve yasa dışı göç gibi riskleri de beraberinde getirdi.
Brexit’in Kuzey İrlanda’da tetiklediği bu kriz, sadece ekonomik değil, aynı zamanda kimlik, aidiyet ve egemenlik tartışmalarının da merkezine yerleşti. Bu tablo, AB sınır politikalarının yalnızca teknik düzenlemeler değil, aynı zamanda kırılgan barış süreçleri üzerinde doğrudan etkisi olabileceğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Karşılaştırmalı Bir Analiz: Ortak ve Farklı Yönler
Her iki vaka, bölünmüş coğrafyalarda sınır yönetiminin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Aşağıdaki tablo, temel benzerlik ve farklılıkları özetliyor:
Benzerlikler: Her iki durumda da sınırlar, AB’nin dış sınırları olarak yeniden tanımlanıyor ve bu, yerel ekonomileri ve hareketliliği zorluyor. Hem KKTC hem de Kuzey İrlanda, uluslararası tanınırlık veya statü sorunlarıyla mücadele ediyor. Siyasi gerilimler, her iki bölgede de barış süreçlerini tehdit ediyor. Örneğin, Kıbrıs’ta Yeşil Hat, Kuzey İrlanda’da ise İrlanda sınırı, geçmişteki çatışmaların mirasını taşıyor.
Farklılıklar: Kıbrıs’ta KKTC’nin tanınmaması, Schengen sürecini daha karmaşık hale getiriyor; Kuzey İrlanda’da ise protokol, en azından hukuki bir çerçeve sunuyor. Göç riski, Kıbrıs’ta daha belirgin; Kuzey İrlanda’da ise ekonomik ve siyasi tartışmalar ön planda. Ayrıca, Kıbrıs’taki süreç AB’ye katılım yönünde ilerlerken, Kuzey İrlanda’daki sorunlar AB’den çıkışın bir sonucu.
Sonuç yerine… “Ortak Bir Ders”
Kıbrıs ve Kuzey İrlanda, sınırların sadece coğrafi değil, aynı zamanda kimlik, ekonomi ve barışın sınandığı alanlar olduğunu gösteriyor. Schengen, KKTC’yi izole ederken, GKRY’yi maliyetli bir dengeye zorluyor. Brexit ise Kuzey İrlanda’yı hem ekonomik hem de siyasi bir belirsizliğe sürüklüyor. Her iki vaka, modern Avrupa’da sınırların yeniden çizilmesinin, yerel halklar üzerinde derin etkiler yarattığını kanıtlıyor. Çözüm, belki de iş birliği ve diyalogda yatıyor. Ancak, bu süreçler, barışın ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor. Adalar, tarih boyunca sınırlarla şekillendi; şimdi, bu sınırlar yeniden sınanıyor.