KKTC Seçiminde Sessiz Mücadele: Federasyon Tartışması ve Ankara’nın Etkisi

Yusuf ERTUĞRAL

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) 19 Ekim 2025’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi, yalnızca bir liderlik yarışı değil, federasyon tartışmaları, Ankara’nın iddia edilen etkisi ve medya manipülasyonlarının gölgesinde bir “sessiz mücadele” olarak ortaya çıkıyor. Bu araştırma, federasyon modelinin stratejik önemini, seçim dinamiklerini ve bölgesel dengeleri derinlemesine inceleyerek, demokratik süreçlerin şeffaflığına dair soru işaretlerini açığa çıkarmayı amaçlıyor. Federasyon, Kıbrıs sorununun çözümünde yıllardır kilit bir model olsa da, Türk tarafının iki devletli çözüm ısrarı ve Rum tarafının direnci bu hedefi zorlaştırıyor. Seçim kampanyalarında “Rum tuzakları” gibi kutuplaştırıcı söylemler iki toplumlu diyaloğu zedelerken, medya anlatıları ile diplomatik mesajlar arasındaki çelişkiler, KKTC’nin siyasi atmosferini karmaşıklaştırıyor. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler, Barış ve Çatışma Çalışmaları alanında önde gelen akademisyen Prof. Dr. Ahmet Sözen, sahadaki gözlemleri ve medya manipülasyonu analizleriyle tanınan gazeteci Nicolas Stelya ve eski Dışişleri Bakanı ve baş müzakereci Özdil Nami ile yapılan söyleşiler, bu dinamikleri akademik, saha ve diplomatik perspektiflerle aydınlatıyor.

ANALİZ

Federasyon Modeli: Stratejik Değer ve Tarihsel Kökler

Federasyon, Kıbrıs sorununun çözümünde uluslararası toplumun, özellikle Birleşmiş Milletler’in (BM), temel parametresi olarak yıllardır masada. Prof. Dr. Ahmet Sözen, federasyonun 1960’lı yıllarda İsmet İnönü döneminde bir “Türk tezi” olarak ortaya çıktığını belirtiyor. 1977 ve 1979 Makarios-Denktaş doruk anlaşmalarıyla tescillenen bu model, Rum tarafınca “kerhen” kabul edilse de, BM’nin çözüm çerçevesi haline geldi. Sözen, federasyonun uluslararası hukukun “toprak bütünlüğü” (territorial integrity) ilkesine dayandığını vurguluyor: “Federal bir devlet, sadece Kıbrıs’ın değil, birçok ülkenin bölünmesini önleyen önemli bir modeldir. Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları uyuşmazlıklarını çözebilir, Türkiye-Yunanistan arasındaki Ege sorunlarını rahatlatabilir ve Türkiye-AB ilişkilerini güçlendirebilir.” Sözen’e göre, birleşik bir Kıbrıs, Türkleri AB içinde “Türkiye’nin sesi” yaparak diplomatik bir köprü oluşturabilir.

Eski müzakereci Özdil Nami, federasyonun “siyasi eşitlik” boyutunu vurguluyor. “BM himayesindeki müzakerelerde siyasi eşitlik her alanda gözetildi,” diyor Nami. 11 Şubat 2014 Eroğlu-Anastasiades Liderler Anlaşması’nı örnek gösteren Nami, federal hükümet ve iki kurucu devletin eşit yetkilerle donatıldığını, karar alma süreçlerinde her iki toplumdan en az bir olumlu oy gerektiğini belirtiyor: “Hiçbir mutabakatta Türk-Rum hakları arasında ayrım yapılmadı; azınlık-çoğunluk ilişkisi kurulmasına izin verilmedi.” Crans-Montana (2017) zirvesinde çözüm masaya konmuş, ancak Nami’ye göre, “Rum lider masayı devirdi.”

Gazeteci Stelya, federasyonun medya anlatılarındaki farklı perspektifleri ele alıyor. 2013’te Radikal gazetesine konuşan eski Rum Müzakereci Andreas Mavroyiannis’in “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ABD modeli adem-i merkeziyetçi bir devlete evrilmesi” önerisine atıf yapan Stelya, Türk tarafının ise 1974 sonrası de facto durumu uluslararası sisteme entegre etmeyi hedeflediğini söylüyor. “Siyasi irade gösterilirse bu fark kapanabilir,” diyor, ancak sosyoekonomik ve sınıfsal dinamiklere dikkat çekiyor: “Doğu-Batı Almanya birleşmesindeki ekonomik makas, aşırı sağın yükselişi gibi sorunlar, federal çözüme halkçı ve demokratik bir yaklaşım gerektiriyor.” Stelya, federasyonun sadece Kıbrıs için değil, Suriye gibi bölge ülkeleri için de referans olabileceğini düşünüyor.

Ankara’nın Seçimlere Etkisi: 2020’den 2025’e Dinamikler

2020’den 2025’e Tartışmalar Türkiye’nin KKTC seçimlerine etkisi uzun süredir tartışma konusu. Sözen, 2025 cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Ümit Özdağ, Mevlüt Çavuşoğlu, Hulusi Akar ve Cevdet Yılmaz gibi isimlerin KKTC’yi ziyaretlerini “çifte etki” olarak değerlendiriyor. Sözen’e göre, bu ziyaretler milliyetçi kesimler ile Türkiye kökenli seçmenleri Ulusal Birlik Partisi (UBP) lideri Ersin Tatar’a yöneltebilir. Ancak aynı zamanda, KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet olmadığı algısını güçlendirerek federal çözüm yanlılarını, özellikle Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman’ı desteklemeye motive edebilir. Sözen, bu tür müdahalelerin “ters tepebileceği” uyarısında bulunarak, 2020 seçimlerindeki iddialarla karşılaştırmalı bir analiz yapılmasını öneriyor.

2020 KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye’nin doğrudan müdahale ettiği iddialarını inceleyen bir rapor, kamuoyunda geniş yankı uyandırmıştı. “Raporluyoruz Grubu” tarafından hazırlanan ve hukukçu Tacan Reynar’ın raportörlüğünü üstlendiği bu çalışma, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Lefkoşa Büyükelçiliği’nin Ersin Tatar’ın seçimi kazanması için sistematik bir çaba gösterdiğini öne sürmüştü. Hukukçular, akademisyenler, iş insanları ve aktivistlerden oluşan grup, rapor için siyasetçiler, bürokratlar ve gazetecilerle görüşerek yedi tanığın ifadelerine dayandırdı. Rapor, tehditler, propaganda kampanyaları ve maddi teşvikler gibi yöntemlerin seçim sürecini etkilediğini iddia ederek, KKTC’nin egemenlik algısına zarar verdiğini vurgulanmaktadır. Ayrıca Freedom House’un 2021 KKTC (Kuzey Kıbrıs) raporunda, 2020 seçimlerine dair Türk hükümetinin açık müdahalesinden bahsedilmektedir. Diğer önemli rapor ise ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2020 İnsan Hakları Raporu‘nda, KKTC bölümünde 2020 cumhurbaşkanlığı seçimleri “özgür ve adil” olarak nitelendirilse de genel olarak Ankara’nın siyasi süreçlere artan müdahalesi vurgulanmaktadır.

Manipülasyonun Boyutları ve Siyasi Dengeler 

Stelya, 2020 seçimlerindeki manipülasyonların medya ile sınırlı kalmadığını, Ulusal Birlik Partisi (UBP) ve hükümet dengelerini de etkilediğini belirtiyor. Stelya, 2020-2021 döneminde başlayan bu etkinin 2025 seçimleri öncesinde de devam ettiğini, Ankara’nın “ağır toplarının” bir aday lehine propaganda yürüttüğünü ifade ediyor. Örneğin, bir sporcunun (Mesut Özdil) popülist hamasetle propagandaya alet edilmesi gibi hamleler dikkat çekiyor. Öte yandan, Tufan Erhürman’ın “ortanın solu” stratejisi, Stelya’ya göre Yunanistan eski başbakanı Alexis Tsipras’ın temkinli yaklaşımını anımsatıyor: “Ne suya dokunurum ne sabuna.” Bu strateji, Erhürman’ın geniş bir seçmen kitlesine hitap etme çabasını yansıtıyor. 

Türkiye’nin Politik Değişimi ve Federal Çözüm Tartışmaları

Nami, 2010’lu yıllarda Türkiye’nin federasyon çözümüne güçlü destek verdiğini ve Crans-Montana görüşmelerinde (2017) çözümü masaya yatırdığını anımsatıyor. Ancak günümüzde Türkiye’nin iki devletli çözüm politikasına yönelmesi, Nami’ye göre sebepsiz değil. Bu değişim, Rum tarafının federasyon çözümünü reddetmesine bir tepki olarak ortaya çıktı. Nami, Rumların isteksizliğinin Türk tarafını bu yeni politikaya ittiğini savunuyor. Türkiye’nin iki devletli çözüm ısrarı, 2025 seçimlerinde de KKTC’nin siyasi atmosferini şekillendiren bir unsur olarak öne çıkıyor, ancak bu durum hem yerel hem de uluslararası düzeyde tartışmaları alevlendiriyor.

Medya ve Kutuplaşma: Diyaloğu Zehirleyen Söylemler

Seçim kampanyalarındaki federasyon karşıtı söylemler, iki toplumlu diyaloğu zorlaştırıyor. Stelya, Kıbrıs Türk basınını “kaynağı belirsiz anketler ve hamasetli köşe yazıları” nedeniyle eleştiriyor: “Toplumun sınıfsal ve toplumsal sorunları kayıplara karıştı.” Rum basınında ise, “Kıbrıs Türk gerçekliğini irdeleyen gazeteciler ortadan kayboldu.” Sözen, medyanın Ankara’nın milliyetçi argümanlarını “otomatiğe bağlayarak” aktardığını, Türkiye’deki muhalif seslerin (ör. emektar diplomatların yazıları) yer bulmadığını ekliyor. Bu, iki toplumlu diyaloğu engelleyen bir medya bariyeri oluşturuyor. 

Nami, “Rum tuzakları” gibi söylemlerin iki toplum arasındaki güveni zedelediğini düşünüyor: “Karşılıklı anlayış ve dostluk havası oluşmazsa ne federasyon ne iki devletli çözüm ayakta kalır.” Güney’de (Rum kesimi) ELAM (Ethnikó Laïkó Métopo – Ulusal Halk Cephesi), gibi aşırı milliyetçi hareketlerin yükselişi, bu söylemlerin yansıması olarak görülüyor. Nami, “Her iki tarafta gerginliği artıran liderlikler var” diyerek, sorumlu davranılması gerektiğini vurguluyor.

Ankara’nın Diplomasisi ve Medya Tutarlılığı

Ankara’nın diplomatik mesajları ile KKTC medyasındaki haberler arasındaki uyum, şeffaflık tartışmalarını körüklüyor. Sözen, Erdoğan’ın son dört yılda BM Genel Kurulu’nda “KKTC’yi tanıyın” çağrılarının sonuçsuz kaldığını (sıfır ülke tanıdı) ve ambargoların hafifletilmediğini belirtiyor. Nami, KKTC ve Ankara’nın iki devletli çözümde aynı çizgide olduğunu, ancak farklı gerekçeler sunduğunu söylüyor: “Tatar, federasyonun Türklerin sonu olacağı iddiasında; Türkiye ise Rumların isteksizliğine tepki olarak bu politikayı savunuyor.” Stelya, medyanın Ankara’nın mesajlarını sorgusuz aktardığını, muhalif seslerin ise dışlandığını belirtiyor. Bu, BM raporlarındaki seçim şeffaflığı verileriyle çelişiyor; zira medya manipülasyonu ve dış müdahale iddiaları, demokratik süreçlere gölge düşürüyor.

KKTC’de İşsizlik ve İzolasyonun Seçim Dinamikleri Üzerindeki Etkisi

KKTC’nin 19 Ekim 2025 cumhurbaşkanlığı seçiminde, federasyon tartışmaları ve Ankara’nın iddia edilen etkisi gibi stratejik meseleler ön planda olsa da yerel bağlamdaki ekonomik ve sosyal zorluklar –özellikle işsizlik ve uluslararası izolasyon– seçmenlerin günlük yaşamını doğrudan şekillendirerek sessiz bir mücadele yaratıyor. Bu unsurlar, kampanya söylemlerinde sıklıkla gölgede kalsa da Prof. Dr. Ahmet Sözen, Nicolas Stelya ve Özdil Nami’nin söyleşilerinde de vurgulandığı üzere, KKTC toplumunun geleceğini belirleyen temel faktörler. 

Genç Nüfusun Sessiz Çığlığı: KKTC’de işsizlik, izolasyonun en somut yansıması olarak, seçim kampanyalarında “Rum tuzakları” gibi ideolojik söylemlerin ötesinde, seçmenlerin somut kaygılarını temsil ediyor. KKTC İstatistik Kurumu’nun 2024 Hane halkı İşgücü Anketi’ne göre, toplam işsizlik oranı %4.9 seviyesinde gerçekleştiği; bu oranın erkeklerde %3,3, kadınlarda ise %7,8 olarak yansıdığı görülmektedir. Toplam işsiz sayısı 9.552 kişi, istihdam oranı ise %50,5. Ancak, bu veriler genç nüfusu (%15-24 yaş grubu) vurduğunda daha dramatik bir tablo ortaya çıkıyor: Genç işsizlik oranı %16,9’a yükseliyor, ki bu oran AB ortalamasının (%14,5) üzerinde ve KKTC’nin genel işsizlik oranının üç katı.

Bu durum, üniversiteli gençlerin mezuniyet sonrası “beyin göçü” dalgasıyla birleşince, KKTC’nin demografik geleceğini tehdit ediyor. Sözen, bu verileri yorumlarken, işsizliğin izolasyonla bağlantısını vurguluyor: “KKTC’nin uluslararası tanınma eksikliği, ekonomik fırsatları kısıtlıyor. Gençler, AB ülkelerine göç ederek %30’luk bir kayıp yaşıyor; bu, federasyon veya iki devletli çözüm tartışmalarından ziyade, seçmenlerin asıl derdi.” Stelya ise medyanın bu konuyu ihmal ettiğini eleştiriyor: “Kaynağı belirsiz anketler federasyon tartışmasını körüklüyor, ama sınıfsal sorunlar –işsizlik gibi– kayıplara karışıyor. Kampanyalarda ekonomik vaatler yerine hamaset öne çıkıyor.” Nami, müzakereci perspektifinden bakarak, izolasyonun işsizliği kalıcılaştırdığını belirtiyor: “Crans-Montana’da (2017) masaya konan çözüm, ekonomik entegrasyon vaat ediyordu; Rum direnciyle bu fırsat kaçırıldı. Bugün, Türkiye’nin desteğiyle bile, izolasyon genç işsizliğini %16,9’a ittiği görülmektedir. “Seçim bağlamında, işsizlik Tatar ve Erhürman kampanyalarını farklılaştırıyor. Tatar’ın “iki devletli çözümle ekonomik bağımsızlık” vaadi, milliyetçi seçmenlerde yankı bulsa da, gençler arasında “izolasyon devam eder” eleştirisi alıyor. Erhürman ise “ortanın solu” stratejisiyle, AB entegrasyonu vaat ederek işsizliğe odaklanıyor. KKTC’nin 1983’ten beri süren uluslararası izolasyonu, işsizliği besleyen bir kısır döngü yaratıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 541 (1983) sayılı kararından beri, KKTC’nin tanınmaması, ticaret ambargoları, uçuş kısıtlamaları ve liman boykotları, ekonomiyi Türkiye’ye bağımlı kılıyor. Erdoğan’ın 3 Mayıs 2025’te KKTC Cumhuriyet Yerleşkesi açılışında yaptığı konuşmada, “Haksız izolasyon son bulmadıkça, Rum Yönetimi’ni muhatap almayız” vurgusu, bu politikayı yansıtıyor.

Ancak, izolasyonun etkileri somut: KKTC’nin GSYİH’sının %70’i Türkiye yardımlarından geliyor; turizm ve eğitim sektörü (KKTC’nin ana gelir kaynakları) AB ambargoları nedeniyle sınırlı kalıyor. Nami, izolasyonun sosyo-psikolojik etkilerini vurguluyor: “İzolasyon, sadece ekonomik değil; gençlerde umutsuzluk yaratıyor. Müzakerelerde siyasi eşitlik hedefledik, ama Rum direnciyle bu, göç dalgasına dönüştü.” İzolasyonun Kuzey Kıbrıslı Türkler ’in üzerinde “sosyo-psikolojik travma” yarattığı belirtilen bir akademik çalışmada anksiyete oranları %25 artmış, sosyal izolasyon gençlerde depresyonu tetiklediği görülmektedir. 2025’te bu etkinin devam ettiği görülmektedir. KKTC Merkez Bankası’nın 2024 raporuna göre, enflasyon %80’i aşmış, izolasyon nedeniyle ithalat maliyetleri %40 arttığı görülmekte.

Stelya, medyanın izolasyonu romantize ettiğini eleştiriyor: “Hamasetli yazılar iki devleti yüceltiyor, ama gerçekte izolasyon işsizliği körüklüyor. Rum basınında bile KKTC gerçekliği yok sayılıyor.” Sözen ise küresel bağlamı ekliyor: “İzolasyon, Doğu Akdeniz enerji krizini (EastMed boru hattı) KKTC’ye yansıtıyor; federasyon, bu ambargoları kırabilir.” Seçimde izolasyon, Ersin Tatar’ın “bağımsızlık” söylemini güçlendirirken, Tufan Erhürman’ı “entegrasyon” vaadiyle öne çıkarıyor. KKTC seçimi, ideolojik tartışmalardan çok günlük yaşamın ekonomik zorlukları etrafında şekilleniyor. %16,9’luk genç işsizlik oranı, Tatar’ın milliyetçi tabanını konsolide ederken, Erhürman’ın reformcu ve AB entegrasyonuna odaklı imajını destekliyor. İzolasyonun ekonomik yükü, özellikle ekonominin %70 oranında Türkiye’ye bağımlılığı, Ankara’nın seçimler üzerindeki etkisini tartışmalı kılıyor.

Yerel özerklik talebi her geçen gün yükseldiği gözlenmektedir. Sözen: “İzolasyon, statükoyu şiddet içermese de sürdürülemez kılıyor.” Bu dinamik, federasyonun “ekonomik kurtuluş” olarak pazarlanmasını sağlıyor; ancak Nami’nin uyarısı: “Önyargılar aşılmadan, çözüm uzak.”

Seçim Sonrası Senaryolar: Federasyon mu, Statüko mu?

Sözen, mevcut liderler Ersin Tatar ve Nikos Christodoulides’in “anlamlı diyaloğu imkânsız kıldığını” söylüyor. Tatar’ın “iki devlet dışında konuşmam” tutumu ve Christodoulides’in milliyetçi geçmişi (Crans-Montana’daki rolü), müzakere umudunu zayıflatıyor. 

  • Tatar’ın Kazanması: Statüko devam eder; mülkiyet krizi gibi sorunlar konjonktüre göre yönetilir. 
  • Erhürman’ın Kazanması: Diyalog ve güven artırıcı önlemler artabilir, ancak resmi müzakereler için bölgesel tetikleyiciler (ör. Türkiye-İsrail normalleşmesi) şart.

Nami, federasyon yanlısı bir lider seçilirse, Türkiye-KKTC arasında tam uyum sağlanarak Crans-Montana’dan takvimli müzakerelere dönülmesini öneriyor: “Rumlar federasyon mu, iki devlet mi tercihine zorlanmalı. Türkiye’nin desteğiyle izolasyonlar kırılır, baskı Rumlara yönelir.” Stelya, 19 Ekim’in “milat olmayacağını” düşünüyor: “Rumlar BM çerçevesinde direnirken, Ankara bildik tezleriyle devam edecek.” İki toplumlu basın komitesi gibi güven artırıcı önlemler önerse de, sahadaki durum değişmedikçe başarı sınırlı kalacak.

Sessiz Mücadelenin Gizli Katmanı

Nami, en büyük engelin “önyargılar” olduğunu söylüyor: “Dünyanın karşı tarafı desteklediği inancını atıp, statükonun devamını reddeden bir siyaset lazım.” Sözen, “şiddetten arınmış statükonun” değerini vurguluyor: Eski İsrail Büyükelçisi Alon Liel’in “Kıbrıs’ta çözümsüzlük var, ama şiddet yok” sorusu, bu durumun küresel kaosta bir kazanım olduğunu gösteriyor. Stelya, bağımsız medyanın eksikliğini öne çıkarıyor: “Bağımsız ve profesyonel medya kanalları devreye girmedikçe resim değişmez.” 

Bölgesel Dinamikler ve Federasyonun Geleceği

Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail-Filistin gerilimi ve Güney Kıbrıs’taki Batı silahlanmaları (Fransa, Almanya, ABD, İsrail savunma sistemleri), federasyonu elzem kılıyor. Sözen, “Kısa-orta vadede iki devlet imkânsız; toprak bütünlüğü ilkesi çöpe atılmadı” diyor. Nami, takvimli müzakerelerle Rumların tercih yapmaya zorlanabileceğini, Türkiye’nin bu süreçte izolasyonları kırmada kilit rol oynayacağını düşünüyor. Stelya, iki toplumlu bir basın komitesinin güven artırıcı bir adım olabileceğini, ancak saha dinamikleri değişmedikçe etkisinin sınırlı kalacağını belirtiyor.

Sonu yerine: Yeni Bir Ufuk mu, Statüko mu?

KKTC 19 Ekim 2025 cumhurbaşkanlığı seçimi, federasyon tartışmalarını, Ankara’nın iddia edilen etkisini ve derinleşen ekonomik krizi yeniden gündeme taşırken, ada halkının işsizlik ve izolasyonla mücadelesi, bu sessiz savaşın asıl cephesini oluşturuyor. Prof. Dr. Ahmet Sözen, gazeteci Nicolas Stelya ve eski Dışişleri Bakanı ve müzakereci Özdil Nami’nin söyleşileri, bu karmaşık tablonun katmanlarını açığa kavuşturuyor. Federasyon, siyasi eşitlik ve bölgesel istikrar için bir umut ışığı olabilecekken, Rum direnci, medya manipülasyonları ve jeopolitik satranç, çözüm yolunu tıkıyor. Uzmanların analizleri, yeni bir yol haritasının mümkün olduğunu, ancak cesur adımlar gerektiğini gösteriyor. 

Sözen, Kıbrıs’ın jeopolitik bağlamını çarpıcı bir şekilde özetliyor: “Kıbrıs, jeopolitik masada bir meze olmuştur. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları uyuşmazlıkları ve Türkiye-Yunanistan arasındaki Ege sorunları, Kıbrıs’ta federal bir çözümle rahatlayabilir.” Sözen, mevcut statükonun değerine dikkat çekerken, uzun vadeli çözümsüzlüğün sürdürülemez olduğunu vurguluyor: “Bugünkü şiddetten arınmış statüko, küresel kaosta bir kazanım. Eski İsrail Büyükelçisi Alon Liel’in sorusu bunu hatırlatıyor: ‘Kıbrıs’ta çözümsüzlük var, ama şiddet yok.’ Ancak, bu statükoyu gözümüz gibi korumalıyız, çünkü donmuş çatışmanın sıcak bir krize dönmesi riski her zaman var. Bunun için diyalog kanalları açık kalmalı; sivil toplum, sendikalar ve liderler arasında iletişim sürmeli.” Sözen’in bu uyarısı, seçim sonrası müzakere umutlarının bölgesel dinamiklere, özellikle Türkiye-İsrail normalleşmesi gibi tetikleyicilere bağlı olduğunu gösteriyor.

Stelya, medyanın rolüne ve toplumsal sorunların ihmaline odaklanıyor: “Kıbrıs Türk basını, kaynağı belirsiz anketler ve hamasetli köşe yazılarıyla sınıfta kalmış durumda. Toplumun temel sınıfsal sorunları, işsizlik ve izolasyon kayıplara karışıyor. Rum basınında ise Kıbrıs Türk gerçekliğini irdeleyen gazeteciler ortadan kayboldu.” Stelya, çözüm için bağımsız medyanın kritik olduğunu savunuyor: “Göreceli olarak daha bağımsız ve profesyonel medya kanalları devreye girmedikçe genel resim değişmez. İki toplumlu bir basın komitesi, güven artırıcı bir adım olabilir, ancak sahadaki dinamikler değişmedikçe etkisi sınırlı kalacak.” Stelya’nın bu önerisi, seçim sonrası federasyon tartışmalarının uluslararası kamuoyunda sağlıklı bir şekilde şekillenmesi için medyanın sorumluluğunu hatırlatıyor.

Nami, diplomatik bir çıkış yolu öneriyor: “Rumlar, federasyon mu, iki devlet mi tercihine zorlanmalı. Türkiye-KKTC arasında tam uyum sağlanırsa, Crans-Montana’dan takvimli müzakerelere dönülebilir. Türk tarafını rahatsız eden, Rumların tanınmış hükümet tekelini sürdürmesi. Müzakereler, masadan kaçanın bedel ödeyeceği şekilde kurulursa, izolasyonlar kırılır ve baskı Rumlara yönelir.” Nami, ekonomik ve sosyal krizin çözümle bağlantısını vurguluyor: “İzolasyon, gençlerde umutsuzluk ve depresyon yaratıyor. Karşılıklı anlayış ve dostluk havası oluşmazsa, ne federasyon ne iki devletli çözüm ayakta kalır.” Nami’nin çağrısı, seçim sonuçlarının sadece bir lider seçimi değil, Kıbrıslı Türklerin ekonomik ve diplomatik özgürlük arayışını şekillendireceğini ortaya koyuyor. 

Bu seçim, KKTC’nin geleceğini belirleyecek bir dönüm noktası. Genç işsizlik ve enflasyonun gölgesinde, ada halkı sadece bir lider değil, bir çıkış yolu arıyor. Sözen’in “diyalog kanallarının açık kalması” vurgusu, Stelya’nın bağımsız medya çağrısı ve Nami’nin takvimli müzakere önerisi, yeni bir yol haritasının ana hatlarını çiziyor. Ancak, uluslararası konjonktür –Rusya-Ukrayna savaşı, Güney’deki silahlanma ve enerji pazarlıkları– Kıbrıs’ı jeopolitik bir satranç tahtasında tutuyor. Seçim, bu oyunda bir hamle; asıl zafer, Ankara, Brüksel ve BM koridorlarında atılacak cesur adımlarla gelecek. Şimdilik, şiddetten arınmış statüko bir kazanım, ancak Nami’nin uyarısı yankılanıyor: “Statükonun devamı kabul edilemez.” Kıbrıslı Türkler, ekonomik krizden ve izolasyondan kurtuluş için yeni bir ufuk talep ediyor.

Total
0
Shares
Previous Post

Von der Leyen, Rusya’nın ‘hibrit savaşı’ konusunda uyardı

Related Posts