ABD-İsrail Ekseninde Yeni Suriye: Ortadoğu’nun Kırılma Noktasında Kürtler ve Şara Hükümeti

Gülbahar Altaş

İsrail’in 13 Haziran 2025’te İran’a düzenlediği “Operation Rising Lion” saldırısı, Ortadoğu’nun kırılgan dengelerini sarsarken, Suriye’nin yeni döneminde ne gibi fırtınalar koparacak? Esad sonrası Şara hükümetinin İsrail ve Türkiye ile gizli diplomasisi, Kürtlerin Rojava’daki özerklik hayalleri ve radikal İslamcı grupların gölgesindeki mezhepsel gerilimler, bölgenin kaderini nasıl şekillendirecek? EUROPolitika Insight’ın Ortadoğu Politik Risk Uzmanı Gülbahar Altaş tarafından kaleme alınan bu ilk analiz raporu, İran’a yapılan saldırının Suriye merkezli jeopolitik etkilerini mercek altına alıyor ve sizi bu karmaşık satranç tahtasında bir keşfe davet ediyor!

Gülbahar Altaş

Suriye’de yeni dönem, yeni denklem

Suriye’de 2011’de başlayan iç savaştan bu yana siyasal, etnik ve ideolojik fay hatları sürekli olarak yeniden şekilleniyor.Esad rejiminin yıkılışı,PKK’nın silah bırakması, Rojava’nın Şam’la uzlaşması ve İsrail-Türkiye ekseninde yürütülen diplomatik temaslar; 2025 itibarıyla Suriye’yi Ortadoğu’nun en kırılgan, aynı zamanda en stratejik alanına dönüştürdü.Yeni denklemde Kürtler artık sadece yerel bir unsur değil, jeopolitik oyunun merkezindeki aktörlerden biri.Ancak meşruiyet ve statü arayışındaki bu yükseliş,henüz kalıcı bir güvenceye kavuşmuş değil.

Kimliksiz geçmişten fiili özyönetime

Suriye’de Kürtler, onlarca yıl boyunca kimliksiz ve haklardan yoksun bir topluluk olarak yaşadı. 1962’deki nüfus sayımıyla on binlercesi vatandaşlıktan çıkarıldı. Süre içerisinde de PKK’da Suriye topraklarında örgütlenme fırsatı buldu; 1980’lerden itibaren Esad rejimi, bu yapıya dolaylı destek sundu. 2012’de Rojava bölgesinde kurulan özyönetim sistemi, PKK’nın desteklediği YPG’nin öncülüğünde, daha sonra çok-etnisiteli yapısıyla SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) evrildi.SDG, ABD’nin IŞİD’e karşı oluşturduğu koalisyonda kara gücü olarak sahada yer aldı.

Kadın-erkek eşitliğini, yerel meclisleri ve radikal demokrasi prensiplerini içeren bir özyönetim modeli geliştiren Rojava (Suriye’nin kuzeyi, Kürtlerin hakim olduğu bölge), ne Suriye rejimi ne de uluslararası aktörler tarafından resmen tanındı. Türkiye ise bu yapıyı, PKK’yla organik bağları nedeniyle “terör örgütü” olarak değerlendirdi ve kuzey Suriye’deki birçok noktaya askeri müdahalelerde bulundu.

Esad’ın düşüşü ve yeni dönem:Şara-Şam yönetimi

2024 Aralık ayında, Türkiye destekli silahlı muhalif güçlerin Halep ve Şam’ı ele geçirmesiyle Esad rejimi yıkıldı. Yerine, geçmişte El-Kaide bağlantılarıyla tanınan ancak zamanla siyasi bir yapıya bürünen Ahmed el-Şara (Golani), geçici cumhurbaşkanı olarak atandı.

10 Mart 2025’te Şara ile SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan tarihi uzlaşma, Suriye’nin geleceği açısından bir dönüm noktası oldu. Anlaşma; Rojava’daki sınır kapıları, havaalanları ve enerji sahalarının Şam yönetimine devrini öngörüyor, Kürtlerin Suriye’nin “ayrılmaz parçası” olarak tanınmasını sağlıyor.

Bu gelişme, hem Rojava’nın uluslararası meşruiyet arayışına ivme kazandırdı hem de Suriye’deki iç siyasal haritayı yeniden şekillendirdi.

PKK’nın silah bırakması:Yeni stratejik zemin

Türk yetkililer ile Abdullah Öcalan arasında kapalı kapılar ardında yürütülen görüşmelerin ardından, 12 Mayıs 2025’te PKK lideri Öcalan’ın açıklamasıyla birlikte, örgüt 40 yıllık silahlı mücadelesine son verdiğini ve kendini feshettiğini duyurdu. Bu açıklama, Türkiye ve dünya kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.

Ankara, yeni dönemde Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Suriye ordusuna entegre edilmesi gerektiğini savunuyor. Bu çerçevede, sahada SDG’nin özerk yapısından ziyade merkezi otoriteyle entegrasyon süreci hız kazanmış durumda. Ancak Washington yönetimi, bu entegrasyona nasıl yaklaşacağını henüz netleştirmiş değil. Yıllardır SDG’ye destek veren ABD ve IŞİD’le mücadele koalisyonu, bir yandan Şam-SDG uzlaşmasına temkinli destek verirken, diğer yandan bölgedeki askeri varlıklarının geleceğini yeniden değerlendiriyor. Trump’ın Suriye Temsilcisi Barrack, ülkedeki varlığın 8 üsten 3’e düşürüldüğünü, hedefin tek üs olduğunu belirtti. Yine Fox News televizyon kanalının ABD’li yetkililere dayandırdığı haberine göre, son haftalarda yaklaşık 500 asker geri çekildi ve çok sayıda ABD üssü ya SDG devredildi ya da kapatıldı. 

Öte yandan Şam yönetimi, İsrail ve ABD’nin talepleri doğrultusunda ülkedeki Filistin kökenli silahlı örgütlerin faaliyetlerini sonlandırmaya hazırlanıyor. Alınan kapsamlı güvenlik kararları çerçevesinde, yalnızca eğitim ve sosyal faaliyetler dışındaki siyasi, askeri ve ekonomik faaliyetler yasaklandı. Silah altındaki Filistinli militanlara dair ayrıntılı listelerin isteneceği, silahlarını teslim etmeyenler hakkında ise soruşturma açılacağı bildirildi.

Türkiye’nin arabuluculuğunda İsrail-Suriye Görüşmeleri

Bu sert önlemlerin zamanlaması,sahadaki diplomatik manevralarla doğrudan bağlantılı.İsrail medyasına göre,Şam ile Tel Aviv arasında arka kapı görüşmeleri yürütülüyor ve Türkiye’nin arabuluculuk yaptığı belirtiliyor.

Şam’ın İsrail’e yönelik sessiz yumuşaması

Şam yönetiminin, yıllardır kendisine sadık kalan bazı Filistinli grupları dahi kontrol altına almaya başlaması, İsrail’in güvenlik talepleriyle uyumlu bir stratejik yönelimin göstergesi olarak değerlendiriliyor. İsrail, Suriye topraklarında yürütülen anti-İsrail propaganda faaliyetlerinin durdurulmasını, eğitim müfredatından İsrail karşıtı içeriklerin çıkarılmasını ve silahlı Filistinli grupların tamamen tasfiye edilmesini talep ediyor.

Bu süreçte Türkiye, hem Şam hem de Tel Aviv nezdinde güvenilir bir arabulucu olarak ön plana çıkmakta; bölgedeki istikrara dayalı bir normalleşme zeminini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu gelişmeler, Suriye krizinin yalnızca Kürt meselesiyle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda İsrail-Filistin denklemine entegre biçimde şekillenen yeni bir aşamaya evrildiğini göstermektedir.

Türkiye’nin arabuluculuk rolü ile ABD’nin kuzey Suriye’deki yeniden yapılanma planları birleştiğinde, ülkede hem güvenlik doktrininde hem de diplomatik mimaride köklü bir değişimin yaşandığı dikkat çekmektedir.

Uluslararası arenada Kürtlerin konumu:Hukuki belirsizlikler

Süleymaniye merkezli Sibey Araştırma Merkezi Türkiye Masası Sorumlusu Dr. Kardo Rached, Suriye’de Kürtlerin Esad sonrası kurduğu fiili yönetime dikkat çekerek,Şam yönetiminin normalleşme sürecinin Rojava için ciddi tehditler barındırdığını belirtti. 

Dr. Rached’e göre Kürtlerin hâlâ net bir yol haritası yok ve dış destek çekilirse kazanımlar tehlikeye girebilir.Kürtler hâlâ uluslararası hukukta devletsiz bir halk olarak kabul ediliyor. SDG gibi yapıların meşruiyeti, sadece geçici askeri ve siyasi ihtiyaçlara göre tanımlanıyor. Bu da Rojava’nın geleceğini kırılgan hale getiriyor.

“Amerika için fırsat, Kürtler için tehdit”

Rached’e göre, Şara yönetiminin IŞİD tutuklularını devralma isteği ABD için stratejik önemde. Ancak bu gelişme, uzun süredir IŞİD’e karşı mücadele veren ve büyük bedeller ödeyen Kürt güçleri için tehdit niteliği taşıyor. ABD, bu konuda Şara’ya yönelirse, Kürtler istemeseler bile Şam hükümetiyle yüzleşmek zorunda kalabilir.

Rojava’nın kimlik sorunu:Talep net değil

Kürtlerin uluslararası hukukta devlet statüsüne sahip olmadığını ve muhatap kabul edilmediğini belirten Rached,Rojava’nın ise ne tam özerklik ne de bağımsızlık konusunda net bir hedef ortaya koymadığını söyledi.“Ben hâlâ Rojava’nın ne istediğini tam bilmiyorum” diyen Rached, anayasal taleplerin açık şekilde tanımlanmaması durumunda Kürtlerin zarar göreceği uyarısında bulundu.

“İsrail’in planı var,Türkiye stratejik oynuyor”

Dr. Kardo Rached,İsrail’in Rojava’yı bölgesel baskı aracı olarak kullandığını,Türkiye-İsrail çıkar ortaklığının Kürtlerin önündeki en büyük engel olduğunu vurguladı.

“Türkiye’nin İsrail’le olan çıkarları,Kürtlerle olan çıkarlarından daha büyüktür” diyen Rached, Rojava’nın bölgesel güçler arasında sıkıştığını söyledi.

“YPG siyasi anlaşmadan önce askeri anlaşmaya zorlanmamalı”

Kürtlerin ulusal çıkarları adına YPG’nin Şam yönetimiyle bir siyasi anlaşmaya varmadan silahlı uzlaşıya gitmemesi gerektiğini söyleyen Dr.Rached, aksi durumda bunun tarihi bir hata olacağını ifade etti.PKK’nın silah bırakma çağrısının Rojava’da ulusal kazanıma dönüşmesi gerektiğini belirtti.

Dr.Rached,Türkiye’nin Rojava’daki ‘özyönetim’ modeline karşı duruşunun devam ettiğini ve PKK’nın silahsızlanmasıyla Türkiye’nin bu bölgede daha rahat hareket edebileceğini belirtti. Türkiye’nin hem diplomatik hem askeri araçlarla Rojava’daki Kürtleri sınırlandırmaya çalıştığını vurguladı. 

Federal yapı mı,bağımsızlık mı?

Dr. Kardo Rached’e göre Kürtlerin kendi içinde farklı görüşleri olsa da, mevcut koşullarda tam bağımsızlık gerçekçi değil.Federal bir yapı ise daha olası. Ancak bu modelin anayasa ile güvence altına alınması gerektiğine işaret ederek, “Şam yönetimi çok fazla taviz vermez. Bölgesel dengeler de Kürtlerin taleplerini zorlaştırıyor”dedi.

Önümüzdeki beş yıla dair olası değerlendirmelerde bulunan Dr.Kardo Rached, Suriye’nin büyük siyasi adımlar atamayacağını,Kürtlerin ise dış desteğe her zamankinden fazla ihtiyaç duyacağını vurgulayarak, “Siyasi çözüm en az askeri çözüm kadar önemlidir,denge dönemi geliyor. Kürtler,bu süreçte daha dikkatli olması gerekiyor”dedi.

Belirsizlik ve dönüşüm arasında Rojava                     

Suriye’de Esad sonrası dönemin mimarlarından biri olan Ahmed el-Şara, hem radikal İslamcılarla hem de Kürtlerle yürüttüğü hassas denge siyasetiyle kırılgan bir denge kurmuş durumda. Ancak bu dengenin kalıcılığı şüpheli. PKK’nın silah bırakması ve SDG ile yapılan anlaşmalar, bölgedeki Kürtlerin meşruiyet kazanması açısından önemli adımlar. Ancak Dr. Kardo Rached’in analizi, Rojava’nın geleceğinin hâlâ büyük oranda bölgesel ve küresel aktörlerin iradesine bağlı olduğunu gösteriyor.

Rojava, artık sadece bir Kürt sorunu değil; İsrail, Türkiye, İran, Rusya ve ABD’nin Suriye planlarının merkezine oturmuş stratejik bir yapı hâline geldi. Bu satranç tahtasında Kürtler artık piyon değil; oyunun seyrini belirleyecek aktörlerden biri. Ancak ne yönde ilerleyecekleri hâlâ net değil. Rojava’nın kaderi, sadece kendi iradesine değil, Ortadoğu’nun yeniden şekillenen jeopolitiğine de bağlı.

Şam için hem iç kamuoyunu hem de bölgesel müttefiklerini tatmin edecek bir denge politikası izlemek zor olacak. Ancak yönetimin artık sadece İran-Rusya ekseninde kalmayıp, İsrail ve Türkiye ile sınırlı ama etkili diyalog kanalları açarak yeni bir dış politika mimarisi inşa etmeye çalıştığı görülüyor.

ABD-İsrail ekseninde yeni Suriye:Ortadoğu’nun kırılma noktasında Kürtler ve Şara Hükümeti

Ortadoğu’da yeniden şekillenen dengeler, Suriye’yi jeopolitik bir kırılma noktasına taşımış durumda. 

Cambridge Üniversitesinde yüksek lisansını “İlahiyat, Din ve Din Felsefesi” ve doktora eğitimini Sosyoloji bölümünde tamamlayan Dr. Deniz Çifçi’ye göre, Suriye’de Kürtlerin statüsünü belirleyecek olan temel unsurlar, radikal İslamcı gruplarla yaşanan çatışmalar,HTŞ içerisinde ve dışında Şara’ya karşı bazı selefi-cihatçı gurupların takınacağı tutum ve Amerika ile Türkiye’nin bu süreçte üstlendikleri yeni pozisyonlardır.

Radikal İslamcı gruplar Şara için tehdit

Ahmed el-Şara liderliğindeki yeni Şam yönetimi, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) koalisyon içinde yer alan bazı selefi-cihatçı gruplarla hem ideolojik hem de güç temelli bir rekabet içerisindedir. HTŞ içindeki radikal unsurlar –özellikle de yabancı savaşçılar-Şara’nın ABD ile geliştirdiği yakın ilişkileri ve İsrail’e yaklaşımını eleştiriyor ve Suriye’de kurulacak rejimin tamamen şeriata dayanması gerektiğini savunuyor.

Batılı ülkeler ise, Şara’nın bu grupları –özellikle yabancı militanları– sistem dışına itmesini bekliyor. Ancak Dr. Çifçi’ye göre, Şara şu an itibarıyla bu yapılarla doğrudan savaşabilecek bir güce sahip değil. Bu nedenle onları dışlamak yerine orduya ve yönetime entegre etmeye çalışıyor.

“Bu gruplar ileride Şara’yı devirebilecek bir potansiyele de sahip. Geçmişte IŞİD’in yaptığı gibi yeni yapılarda kurabilirler” diyor Dr. Çifçi.

Alevi ve Dürzilere yönelik mezhepçi saldırılar

Araştırmacı Dr. Deniz Çifçi, Alevilere yönelik katliamların arkasında da yine bu aşırı selefi-cihatçı grupların olduğunu vurguluyor. Özellikle yabancı militanların, mezhebi nefrete dayalı saldırılarda çok büyük rol oynadığını belirtiyor:

“Bu katliamların Şara’dan bağımsız yapılması imkânsız değil. Ancak bir noktadan sonra, özellikle Batı’dan gelen tepkilerle birlikte, bu saldırıların hâlâ devam ediyor olması, Şara’nın bazı grupları artık kontrol edemediğini gösteriyor. HTŞ içindeki bazı yapılar, Şara’ya tam anlamıyla biat etmiyor.Tabii bunları söylerken, Şara’da mezhebi bir ideoloji veya Alevi/Şii düşmanlığı yoktur demiyorum. Şara’nin kendisi de diğer selefi-cihatçı guruplar ile büyük oranda ayni ideoloji ve değerleri taşıyor. Şara, şu an sadece fazlasıyla pragmatik davranıyor ve metot(menhej) noktasında ve özellikle de zamanlama açısından diğer Selefi-Cihatçı guruplardan kısmen ayrılıyor.”

Benzer şekilde, Dürzilere yönelik saldırıların da aynı çevrelerden geldiğine dikkat çeken Çifçi, bu eylemlerin hem Şara’ya kismi bir meydan okuma hem de mezhepsel nefretin açık bir tezahürü olduğunu ifade ediyor. 

IŞİD ve eski hesaplaşmalar

Çifçi’ye göre, Suriye’nin istikrarı yalnızca uluslararası tanınma ve yaptırımların kaldırılmasıyla sağlanamayacak kadar kırılgan bir yapıya sahiptir. Zira HTŞ içinde yer alan yabancı savaşçıların Şara’ya karşı nasıl bir tavır takınacağı veya Şara’nın bu grupları ne ölçüde kontrol edebileceği belirsizliğini koruyor.

Suriye’de hâlâ aktif olan IŞİD hücrelerinin tutumu da bu denklemi etkileyen önemli bir unsur. Dr. Çifçi, Şara ile IŞİD arasında geçmişten gelen bir hesaplaşmanın da altını çiziyor:

“2013–2014 yıllarında Şara (O dönemki ismiyle Mohammad al-Colani), IŞİD’in emiri Ebu Bekr el-Bağdadi’ye değil, El-Kaide’ye biat edince, bu karar Colani liderliğindeki El-Nusra Cephesi ile IŞİD arasında kanlı bir savaşa dönüştü. Bu nedenle IŞİD’in Şara’ya karşı geçmişten gelen bir düşmanlığı bence hala bulunuyor.”

Bugün hâlâ Suriye’de uyuyan ya da kısmen aktif olan IŞİD hücrelerinin yeniden harekete geçmesi, ülkeyi ciddi bir istikrarsızlığa sürükleyebilir. İslamcı gruplar arasındaki ideolojik ve siyasi çatışmalar ise sadece Şara’nın iktidarını değil, tüm Suriye’yi ve Suriye üzerinden tüm bölgenin siyasal dengesini etkileyecek edecek niteliktedir.

Deniz Çifçi ifadelerini şöyle sürdürdü: 

“Selefi-Cihatçı gurupların rejim değişikliği sonucu iktidarı devre alan güçlere karşı başlattıkları savaş veya onların kendi tabiri ile ‘cihat’ bu ülkelerde her zaman çok ciddi istikrasızlıklara yol açmıştır. Örneğin; Amerika’nın Irak işgalinden sonra, El-Kaide ile resmi olarak ilişkili olsa da, sahada El-Kaide merkezinden oldukça bağımsız hareket eden Ebu Musab el-Zerkavi grubu, 2004-2006 yılları arasında Irak’ı bir mezhep çatışmasına sürükledi. Irak, Sünni-Şii mezhepçiliği üzerinden bir iç savaşa itildi. ABD ile uluslararası ve yerel ortakları uzun süre bu iç savaşı durdurmadılar. On binlerce sivil ve güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. El-Zerkavi grubu daha sonra IŞİD’in oluşmasına önemli bir ideolojik ve örgütsel altyapı hazırladı. Benzer şekilde, 2021’den bu yana Afganistan’da iktidarı elinde bunduran Taliban hükûmeti de bugün IŞİD-Horasan isimli aşırı Selefi-Cihatçı gurubun yerel ve bölgesel bazda gerçekleştirdiği bazı saldırılarından dolayı zor durumda kalabiliyor. 

IŞİD-Horasan grubu ideolojik ve siyasi sebeplerle Taliban hükümetini hedef alıyor ve Kabil’i zor durumda bırakacak çok ciddi saldırılar yapıyorsa, benzer bir durum -farklı İslamcı gruplar arası çatışma – Suriye’de de tekrarlanabilir. İdeolojik ve siyasi sebeplerden dolayı bazı HTŞ bileşenleri de Şara’ya başkaldırabilir. Şara hükümeti, askeri olarak bu yapılarla tam anlamıyla mücadele edecek bir güce hâlâ sahip değil. Şara’nın Taliban gibi güçlü bir askeri gücü olmadığı gibi, Batı’nın ve bölge ülkelerinin siyasi ve ekonomik desteği de Suriye’de istikrarı sağlamak için yeterli olmayabilir. 

Şara’nın devrilmesi veya bazı İslamcı gruplarla bir iç çatışmaya girmesi durumunda,Suriye, bölgesel jeopolitik dengeleri önemli oranda etkileyecek bir istikrarsızlığa sürüklenir. Sorun şu ki,şu an Suriye’de şu an için Şara’dan başka çok ciddi bir alternatif de yok.” 

“Suriye’nin etnik ve mezhepsel yapısı ile şimdiye kadar şekillenen siyasal ve askeri güç dengeleri, Esad döneminden önce ve sonra, Kürtler, Aleviler, Dürziler ve bazı Ilımlı Sünni muhalif guruplar arasında ciddi bir siyasal ilişki ve ittifak zeminin gelişmesini engelledi.”  Bu yüzden, Dr. Çifçi, Suriye’de Irak’ta olduğu gibi güçlü bir muhalif blokun olmadığını da vurguluyor:
“Örneğin; Saddam sonrası Irak’ta Kürtler, Şiiler, Türkmenler, bazı Hristiyan guruplar ve bazı Sünniler koalisyon kurabildi. Bu gruplar,1992 (Viyana da), 1993(Irak Kürdistan Bölgesin de) ve 2002 (Londra da) yıllarında- başlangıçta Ahmet Çelebi liderliğinde olmak üzere -çeşitli konferanslar ve kongreler düzenlediler ve Irak’ın geleceği konusunda basta federalizm olmak üzere birçok konuda anlaştılar. Saddam karşıtı örgütlü bir muhalefet söz konusuydu. Suriye’de maalesef böyle bir ittifak zemini çok fazla gelişmedi. Şara giderse, iktidarı devralabilecek ortak bir yapı yok.”

Dengeler arasında sıkışan yeni Suriye

Esad sonrası dönemde Şam’da kurulan yeni yönetim, dış destek ve geçici uzlaşmalarla ayakta durmaya çalışıyor. Ancak Ahmed el-Şara’nın çevresindeki selefi-cihatçı yapılar, Şara yönetimin istikrarını test ediyor. Bu grupların belirsiz siyasi yönelimleri, mevcut dengeleri daha da kırılgan hâle getiriyor.

Rojava ise artık sadece Kürtlerin değil; Türkiye, ABD, İsrail, İran ve Rusya gibi aktörlerin doğrudan müdahil olduğu bir stratejik merkez konumunda. Ancak siyasi hedeflerdeki netlik eksikliği (Her ne kadar son süreçte Kürtler ortak heyetle Şam ile müzakerelere yoğunluk verse de henüz bir sonuca bağlanmış değil) ve uluslararası hukuki statünün olmayışı, Kürtlerin kazanımlarını risk altında bırakıyor.

ABD’nin azalan askeri varlığı, AB’nin Türkiye ile göçmen pazarlığı ve İsrail’in bölgesel hesapları, Rojava üzerindeki dış baskıyı artırıyor.Şam’ın merkeziyetçi tavrı ve Şara’nın sınırlı manevra alanı, uzun vadeli bir çözüm yerine geçici bir denge yaratıyor.

Eğer selefi-cihatçı radikal gruplar kontrol altına alınamaz, Kürtler net bir siyasal rota belirleyemez ve uluslararası destek sürdürülebilir bir yapıya dönüşmezse, Suriye’de yeni bir kaos dalgası kaçınılmaz hâle gelecektir. Kurulan yapı hâlen istikrardan çok, geçici kırılganlıklara dayanıyor. 

Total
0
Shares
Previous Post

Lev or Euro? The Balkan Gamble Between Identity and Integration

Next Post

Starmer, İngiltere’yi Rusya ile savaşa hazırlıyor