Uzun Amerikan Yüzyılın Sonu: Trump ve Birleşik Devletlerin Gücünün  Kaynağı

Ali Tamahkar

Robert O. Keohane and Joseph S. Nye, Jr.

ÇEVİRİ

Başkan Donald Trump, ABD’nin Dünya’ya ve Dünya’nın da ABD’ye mesafe koymaya çalışmıştır. Örneğin, Başkan Trump, Grönland’ın kontrolü için Danimarka’yı tehditler savurarak ikinci dönemine başlamış ve Panama Kanalı’nı tekrardan ABD’ye bağlanması önerisinde bulunmuştur. Trump, göçmen sorununda Meksika, Kolombiya ve Kanada’yı gümrük tarifelerini bu ülkelere karşı tehdit dilini kullanmıştır.  Hatta, Trump, Paris İklim Sözleşmesi ve Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çekilmiştir.  Nisan ayında Trump bütün ülkeler için uygulanacak olan gümrük tarifelerini duyurarak küresel piyasaları kaosa sürüklemiştir. Trump, Çin ile giriştiği ticaret savaşını baskılamaya devam etse bile, ilave tarifelerden çekilerek farklı bir metot uygulamak istemiştir. 

Tüm bunlar olurken, Trump ABD’nin gücü konusunda oldukça motive olabiliyordu. Onun  ABD’nin ticaret ortaklarına gümrük tarifelerini kullanarak baskı uygulama çabası, Trump’ın inandığı  Birleşik Devletlerin gücünü günümüz  karşılıklı bağımlılık  yapısını göstermektedir. Diğer ülkeler, ABD’nin askeri büyüklüğü konusunda Amerikan marketinin gücünün alımında bağımlı olabiliyorlar. 

Trump, ABD’nin güçlü olduğu kısımları doğru tanımlasa bile, kendisi temelde verimsiz argümanlar üzerine gücü kullanıyor.  Karşılıklı bağımlılığa saldırarak, Trump  ABD’nin gücünün temelini ihlal etmektedir.  Güçle ilişkilendirilmiş olan ticaret sert güç materyal sınırlılıklar üzerine konumlandırılmıştır.  Ama 80 yıldan fazla ABD yumuşak gücünü baskı veya empoze etmekten ziyade çekim üzerine  toplamaktadır.  ABD siyaseti  karşılıklı bağımlılığın yapısını bozmak yerine hem sert hem de yumuşak gücünden türeyen bir Amerikan gücünü takviye etmeyi sürdürdü.  Trump’ın şu an devam eden dış politikası ABD’yi zayıflattığı gibi aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan beri birçok ülkeye hizmet eden uluslararası sistemin erozyonunu hızlandırmıştır.

Mevcut Dünya düzeni, devletlerin yönetimini, diğer aktörlerin ve kurumları meşrulaştıran  etkileyen normlar ve ülkeler arasında istikrarlı  gücün dağılımına dayanmaktadır. Ancak Trump, bu düzen sütunlarını teker teker parçaladı. Dünya, ancak Beyaz Saray rotasını değiştirdiğinde ya da Washington’da yeni bir yönetim iş başına geçtiğinde yatışacak bir düzensizlik dönemine girebilir. 

TIKANAN AVANTAJLAR

1977 yılında “Güç ve Karşılıklı Bağımlılığı” yazdığımızda, amacımız alışılmış güç anlayışını genişletmekti. Dışişleri uzmanları genel olarak gücü Soğuk Savaş’ın askeri rekabeti içinde görmektedir. Bizim araştırmamızda ise tam tersine ticaretin gücü nasıl etkilediğini keşfetmiştik ve karşılıklı ekonomik bağımlılığın daha az bağımlı aktörleri güçlendirdiğini iddia etmiştik. Ticaret gücünün paradoksunda başarı ticari ilişkilerin içinde devletin ticaret fazlasının bir diğerinin savunmasız alan olduğu belirtilmiştir. Tam tersine ve belki de mantığa aykırı olarak ticaret açığını yönetmek ülkenin pazarlık pozisyonunu güçlendirebilir. Dış Ticaret  Açığı ülkeler hepsinden sonra ticaret fazlası ülkelere gümrük duvarları veya ambargo yolu ile baskı uygulayabilir. Hedefteki ticaret fazlası veren ülke  ambargoya karşı koyacak bir güçleri olmayacaktır. Sınırlı ithalatı tehdit etmek ticari partnerlere  başarılı bir şekilde baskı uygulanabilir.  Asimetrik karşılıklı bağımlılık ve güç açısından ABD, diğer en önemli ticaret yaptığı 7 devlet içinde en güçlü pozisyonda olmuştur.  ABD’nin Çin, Meksika ve Güney Asya Devletleri Organizasyonu ile  ticareti asimetriktir. 

Bu oranlar, elbette ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin boyutunu açıklayamaz. Dengeleyici faktörleri örneğin diğer marketlerde ya da kişisel veya sınır ötesindeki uluslararası aktörlerle yerli çıkar grupları arasındaki ilişkiler meseleleri daha da komplike yapabildiği gibi bazen de karşılıklı bağımlığın etkisini sınırlandırabilir.  Güçte ve Karşılıklı Bağımlılık kitabında biz bu bağlantı kanallarını kompleks karşılıklı bağımlılığında karakterize etmiş  1920 ile 1970 yılları arasındaki ABD Kanada ilişkilerinin detaylı analizinde Kanada’nın elini güçlendirdiğini göstermiştik. Örneğin, 1960’larda ABD Kanada otomotiv paktının   Kanada’nın  tek taraflı  oto parçalarını sübvanse eden ihracatına girişi ile başlayan  pazarlık süreci ile sonuçlandı. Her türlü asimetrik karşılıklı bağımlılık ve güç analizinde, açık veren ülkenin normalde elde etmesi beklenen avantajları azaltabilecek dengeleyici unsurlar dikkatle incelenmelidir

Çin’in ihracattan ithalata üçte bir oranında yalnız tüm sektörlerde en güçsüz konumda görünüyor. Çin, müttefiklik bağı veya diğer  yumuşak gücün türlerini kullanarak bunu başarabiliyor. Ama  Pekin hükümeti Çin’de faaliyetlerde bulunan Amerikan şirketleri; Apple, Boeing ya da Amerikan yerli aktörleri olan  Hollywood stüdyolarını ve soya fasulyesi çiftliklerine karşı etkileri sömürmek yoluyla misilleme yapabiliyordu. Çin, ayrıca, sert gücünü kullanarak  nadir madenler tedarik zincirini baltalayabiliyor.  Bu iki taraflı keşif karşılıklı savunmasızlığı daha kesin bir şekilde keşfedebildiği gibi  ticaretin merkezi savaşı bu öğrenilen sürecin değişimi yansıtacaktır. 

Meksika’nın karşı etkisi oldukça sınırlı olmakta ve ABD’nin ihtiraslarına karşı savunmasız kalmaktadır.  Öte yandan, Avrupa’nın ticaret bazı karşı etki alanlarını kullanabilmekte çünkü Avrupa’nın Çin ve Meksika’ya göre ABD ile daha dengeli bir ticaret ilişkisi vardır. Fakat Avrupa hala da NATO’ya bağımlı olması özellikle Trump’ın  müttefikleri desteklemem tehdit girişimi etkili bir pazarlık aracı olabilir.  Diğer yandan, Kanada’nın ABD ile çok daha dengeli bir ticaret ilişkisi olması ve Amerikan çıkar grupları ile olan ilişkisi Kanada’yı daha savunmasız yapmaktadır. Ancak, Kanada’nın bir şansı olmaması da muhtemel çünkü Kanada ekonomisinin ABD ekonomisine diğer ülkelerden daha çok bağımlı olmasından kaynaklanmaktadır. Asya’da ise ABD ekonomisi ile, Japonya, Güney Kore Güney Doğu Asya Milletleri Organizasyonu Çin  ABD rekabetinde dengeleyici bir unsur olarak bu ülkelerin ekonomileri asimetriktir. ABD-Çin rekabeti devam ettiği sürece, Birleşik Devletlerin  Doğu Asya ve Güney Doğu Asya devletlerine ihtiyacı olacaktır.  Dolayısıyla, ABD’nin ticaret politika bağıntısı  jeopolitik açıdan ve asimetrik karşılıklı bağımlılık yapısına bağlı olarak çeşitlendiriliyor. 

GERÇEK GÜÇ

Trump yönetimi gücün ana boyutunu görmezden geliyor.  Güç genel manada sana istediğini yaptıran bir olgu olarak görülmektedir.  Gücün amacı baskı, ödeme ve politik çekim olması yolu ile başarabilir. Bu iki ana özellik,  sert güç olarak geçmekte üçüncü ise yumuşak gücün bir aracıdır. Kısa vadede, sert güç genellikle yumuşak güce üstün gelir ancak uzun vadede yumuşak güç genelde üstün gelir. Joseph Stalin’in zamanında söylediği zannedilen söz gibi Papa’nın kaç tane birliği var ancak buradaki ironide Sovyetler Birliğin dağılmış olması ve Papalığın hala ayakta kalması bir durum söz konusu.

Başkan Trump, aşırı derecede kendini baskı kurmaya ve Amerikan sert gücünü kullanmaya adamış bir durumdadır. Ancak Trump, yumuşak gücün ABD’nin dış politikasında oynadığı rolü anlamış gözükmüyor. ABD’nin  demokratik müttefiklerini baskılamak Danimarka ve Kanada gibi, Birleşik Devletlere duyulan güveni azaltacağı gibi Panama’yı tehdit etmek ise Latin Amerika ülkelerinde emperyalizme duyulan korkunun tekrardan uyanmasına neden olabilir. 

Bu konuda şüphe duyanlar diyor ki: ne olabilir? Uluslararası siyaset yumuşak güce değil, sert güce dayanmaktadır ve Trump’ın baskıcı yaklaşımı daha fazlasının geleceğini vaat ediyor. Makyavellinin güçle ilgili bir zamanlar yazdığı gibi “ Sevilmesinden çok, bir prensten korkulması daha iyidir. Ancak her ikisi de burada gerekli. Gücün üç boyutu var. Bu üçüncü boyut olan çekim gücünü Trump görmezden geldiği sürece Amerika’nın asıl gücü olan üçüncü boyutu reddetmektedir.  Uzun vadede ABD stratejisini kaybediyor.

Ve bu durumda Yumuşak güç daha  kısa vadede bile daha önemli bir durumda.  Eğer bir ülke çekim merkezi ise o ülkenin diğer ülkelerin davranışlarını şekillendirmede ceza ve ödüle ihtiyacı yoktur. Eğer müttefikleri, bu ülkeye güven duyar ise müttefik ülkeler ikna edilebilir ve muhtemelen de o ülkenin yolundan gidecektir.  Kuşkusuz  güçlü devletler tarafından geliştirilen iyi duruştan avantaj sağlamaya çalışsalar bile.  Zorbalıkla karşılarsa bile devletler buna uyabilir ancak ticaret ortaklarının güvenilmez bir zorba olduğunu gördüklerinde, karşılıklı bağımlı oldukları durumdan kendilerini kurtarma yoluna gireceklerdir. Soğuk Savaş Avrupa’sında bu dinamiğe örnek olarak gösterilebilir. 1986 yılında Norveçli Analist Geir Lundestad dünyayı Sovyet İmparatorluğu ve ABD arasında bölünmüş olarak tanımlıyordu.  Sovyetler kuvvetlerini kullanarak Avrupalı uydularını inşa ederken, ABD tarafı ise bunu bir gelen davetiye ile yapıyordu. 1956 yılında Sovyetler askeri kuvvetlerini Prag’a ve 1968 yılında ise Budapeşte’ye göndererek bu hükümetlerin Moskova’ya boyun eğmesini sağlıyordu.  Ancak bu yapılanların aksine NATO Soğuk Savaş boyunca gücünü korumayı başarabiliyordu. 

Asya’da ise Çin sert askeri gücünü ve ekonomik yatırımlarını sürekli arttırıyor ama aynı zamanda çekim gücünü de oluşturmakla meşgul halde.  2007 yılında Başkan Hu Jianto Çin Komünist Partisi’nin 17. ulusal kongresinde  dediği üzere Çin’in yumuşak gücünü geliştirmeye ihtiyacı var. Çin hükümeti on milyarlarca dolar harcayarak bunu yapmak istiyor. Kuşkusuz, Çin karışık sonuçlar yolu ile iki konuda engel karşısında bunu en iyi bir şekilde başardı. Çin  bölgesel kriz olarak komşusu ile yaşadığı sorunları körükleyerek. Çin Komünist Partisi Çin’de sivil toplumda ve kurumlarda yer alan görüşleri sıkı bir şekilde kontrol ediyor. 

Trump’ın ikinci dönemi başlamadan önce, Çin uluslararası kamuoyunda ABD’nin çok gerisinde kalmıştı. 2023 yılında 24 ülke ile  gerçekleştirilen PEW anketinde, cevap verenlerin çoğu ABD’yi Çin’den daha fazla bir çekim merkezi olarak gördüğü belirtmiş ve sadece Afrika kıtası için iki ülke aşağı yukarı aynı sonuç çıkmıştı. Mayıs 2024 yılında yapılan Gallup araştırmasında ABD’nin 81 avantajı olduğu belirtilirken Çin için ise bu sayı 52’de kalmıştır.  Ancak eğer Trump, ABD’nin yumuşak gücünü baltalamaya devam ederse bu rakamlar çarpıcı bir şekilde değişebilmesi mümkün olabilir. 

Elbette, ABD’nin yumuşak gücünün de yıllar boyunca avantajları ve dezavantajları oldu.  ABD, Vietnam Savaşı ve Irak Savaşı boyunca çoğu ülke de popüler değildi.  Ancak yumuşak güç sadece bir ülkenin hükümetinin eylemlerinden kaynaklanmadığı gibi ülkenin toplum yapısı ve kültüründen de oluşmaktadır.  Hatta, Vietnam protestoları sırasında sokaklarda yürüyen protestocular komünist enternasyonalist marşı söylemeyip Amerikan İnsan Hakları marşı olan “ Biz bunun üstesinden gelmeliyiz” söylemişler ve açık bir toplumda insanların protesto ve muhalefet kültürü bir değer olarak algılanmıştır. Fakat Amerikan demokrasisi erozyona uğramaya devam eder ve ülke yurt dışında zorba gibi davranırsa, Amerikan kültüründen kaynaklanan yumuşak güç, önümüzdeki dört yıl boyunca ABD hükümetinin aşırılıklarına dayanamayacaktır.

Çin açısında, Pekin yönetimi  Trump yönetiminin oluşturduğu boşlukları doldurmaya çalışıyor.  Çin kendisini, Küresel Güney’in sözcüsü olarak görmektedir. Çin, Amerikan düzenindeki uluslararası müttefiklerin ve kurumların yerini değiştirmek amacındadır.  Bir kuşak ve yol altyapı projesi diğer ülkeleri çekmek için tasarlanmadığı gibi ayrıca sert ekonomik gücü sağlama amacı taşımaktadır.  Çoğu ülkenin en fazla ticaret yaptığı ülke ABD’den çok Çin olmuştur. Eğer Trump, Çin ile rekabet edebileceğini düşünüyorsa ABD’li müttefikleri arasında bir güven bunalımının olduğu bu dönemde Trump büyük ihtimalle hayal kırıklığına uğrayacaktır.

Küreselleşmenin Hayaleti 

Ufukta beliren Trump gibi Batılı popülistlerin yükselişi küreselleşmenin hayaletini şeytani bir güç olarak çağırıyorlar. Gerçekte, bu terim kıtalar arası uzaklığın karşılıklı bağımlı arttığını bahsetmektedir.  Trump, Çin’e gümrük vergileri yönünde tehdit içinde bulunduğunda Birleşik Devletlerin karşılıklı bağımlılığını endüstri ve iş kaybına uğrattığını suçlamasını yaparak ekonomik olasılığını azaltmaya çalışıyor.  Küreselleşmenin kesinlikle olumlu ve olumsuz etkileri söz konusudur. Ama Trump’ın konuyla ilgili önlemlerini yanlış yerde alıyor. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri ve dünya için büyük ölçüde iyi olan küreselleşme biçimlerine saldırırken, kötü olanlara karşı koyamıyorlar. Dengede bir küreselleşme ABD’nin gücünü güçlendirirken Trump’ın saldırıları ABD’yi sadece zayıflatıyor.  

On dokuzuncu yüzyılın başında İngiliz ekonomist ve devlet adamı David Ricardo,  geniş kesimler tarafından kabul edilen küresel ticaretin karşılıklı avantaja değer oluşturduğu olgusunu ortaya atmıştı.  Ülkeler ticarete açık olduklarında en iyi yaptıkları şeyde uzmanlaşabilmektedirler.  Ticaret, Alman ekonomist Joseph Schumpeter yaratıcı yıkım olarak adlandırdığı  şeyi oluşturur.  İşler süreçte kaybedildiğinde ulusal ekonomiler dışarıdan gelen krizin öznesi olur. Ama,  Bu bozulma ekonomileri daha yapıcı ve etkin kılar. Dengede 75 yıl yaratıcı yıkım Amerikan gücünü besledi. En büyük ekonomik oyuncu olan ABD,  büyüme ve bu büyüme ile ilgili etkisini inovasyondan yararlanmaktadır. 

Aynı zamanda, bu büyüme acı verici olabilir. Çalışmalar gösteriyor ki,  21. yüzyılda ABD milyonlarca iş kazandığı gibi milyonlarca işte kaybetti. Teknolojik değişim, makineler, insanın yerini aldığı gibi milyonlarca işi elimine etti ve karşılıklı bağlantı ve yabancı ticareti açmayı oldukça zorlaştırdı. 

Ekonomik küreselleşme ekonomik verimi artırsa bile, bu değişim çoğu bireyler ve aileler tarafından hoş karşılanmayabilir. Çoğu toplulukta insanlar iş bulabilecekleri başka yerlere taşınmaya isteksiz olabilirler. Elbette, diğerleri ise bu fırsatları değerlendirmeye daha istekli olarak görülmektedir.  Birkaç on yıldan beri küreselleşme, insanların başka yerlere hareketi ve diğer boyutu da karşılıklı bağımlılık olarak karakterize edilmiştir. Göç olgusu kültürel olarak zenginliği ve yetenekleri daha verimli kullanabilecek insanlar tarafından  göçmen alan  ülkeler için  büyük ekonomik değişimler sunmaktadır. Öte yandan, göç veren ülkeler açısından ise bir artan nüfusun rahatlaması anlamına gelmektedir. Ülkeler tarafından inşa edilmiş yüksek duvarların yokluğunda göç olgusu kendiliğinden gelişen bir süreç olarak algılanmalıdır. 

Trump göçmenlerin yıkıcı bir değişime neden olduğu suçlamasını getirmektedir.  Uzun vadede, göçmenliğin bazı formları ekonomi için iyi olmasına karşın, eleştirmenler ise yakın dönem için göçmenleri zararlı ve güçlü muhalif hareketlerin ortaya çıkışını hızlandırdığını  nitelendirmektedir. Göçte ani artış güçlü siyasi reaksiyonları ekonomik ve siyasi değişimlerin sorumlusu olarak  tetikleyeceği ve hatta göstererek suçlamasalar bile.  Göçmen sorunu, popülist siyasi bir kriz haline gelmiş ve hatta daha önceki ABD hükümetlerine karşı bu kozu Trump 2016 ile 2024 yıllarında bu sorunu kullanmıştır.

Popülist liderlerin, göçmenlerin teknolojik ve ekonomik değişimi arttırdıkları düşüncesini kabul etmek yerine kargaşaya neden  olduğu yönünde suçlamalarda bulunmaları kolaydır.  Küreselleşme, görevdeki çoğu hükümete seçimlerde son yıllarda zorluklar sunmaktadır. Bu baskılar karşısında politikacının cazibesi, Trump’ın yaptığı gibi, tarifeler ve diğer uluslararası ticaret engelleri koyarak küreselleşmeyi tersine çevirmeye çalışmaktır.

Ekonomik küreselleşme geçmişte tersine dönmüştü. On dokuzuncu yüzyılda ticaret artışı ve göçmen hareketliliğin olduğu bir dönem olmuştur. Ancak bu dönem Birinci Dünya Savaşı ile düşüşe geçmişti.  Ticaret küresel boyut olarak  1914 seviyesine 1970’li yıllara kadar geri dönememiştir. Bu durum tekrardan yaşanabilir, dolayısıyla tekrardan düzelme yıllar alabilir. Dünya ticareti 1950 ile 2008 yılları arasında hızlı bir şekilde büyüdü. 2009 yılında yaşanan ekonomik krizinden beri bu büyüme oldukça yavaşladı. 1950 ile 2023 yılları arasında ticarette genel büyüme 4,400 civarında seyretmiştir. Küresel ticaret tekrardan bir duraklama dönemine girebilir. Eğer, Trump’ın Çin karşısında aldığı önlemler daha kararlı bir şekilde sürdürülürse ticaret için muhtemel bir yıkım söz konusu olacaktır. Genelde, ticaret savaşları korkunç yıkımlara neden olabilmektedir. 

Öte yandan, yarım trilyon dolardan fazla ticaretin geri alınmasının maliyetleri, ülkelerin ticaret savaşlarına girme istekliliğini sınırlayacak ve uzlaşma için bazı teşvikler yaratabilecektir. Ayrıca, diğer ülkeler Amerika Birleşik Devletleri’ne karşılık olarak benzer adımlar atsa da, birbirleriyle olan ticareti mutlaka sınırlamayacaklardır. Jeopolitik faktörler de ticaret akışlarının çözülmesini hızlandırabilir. Örneğin Tayvan üzerine çıkacak bir savaş, ABD ile Çin arasındaki ticareti aniden durma noktasına getirebilir.

Bazı analistlere göre,  demokrasilerde küreselleşmenin hızı milliyetçi popülist tepki dalgasını tetiklemektedir. Ticaret ve göç  Soğuk Savaş’ın ardından siyasi değişimi ve gelişmiş iletişim teknolojilerini hızlandırdığı, uzak mesafeleri sonlandırmıştır.  Günümüzde gümrük tarifeleri ve sınır kontrolü bu akışı yavaşlatma ihtimali söz konusudur.  Bu durum tarih boyunca göçmenlerin verimliliği ile zenginleşen ABD’nin gücü için kötü bir haber olabilir. 

 Pasaportlar Olmadan Sorunlar

İklim değişikliğinden başka hiçbir kriz karşılıklı bağımlılığın kaçınılmaz yönünü açıklayamaz. Bilim insanları, günümüz yüzyıldan itibaren iklim değişikliğinin buzulların erimesi, kıyı bölgelerin su altında kalmasını ve sıcaklık dalgalarında artışın ağır bir bedelinin olacağı uyarısında yapmaktadır. Hatta yakın dönem için bile İklim Değişikliği kasırgalar ve orman yangınlarının artmasına neden olmaktadır. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli, iklim değişikliği tehlikesini değerlendirmede, bilimsel bilgi paylaşımı ve uluslararası çalışmalara teşvik açısından Önemli bir ses olmuştur.  Trump, iklim değişikliği karşısında ulusal ve uluslararası hareket desteğinden el çekmiştir. Trump yönetimi ironi içinde hareket ederek küreselleşmenin yararlarını sınırlandırdığı gibi Dünya için ölümcül sonuçları olabilecek  COVID-19 ve İklim Değişikliği gibi konularda da  Washington yönetimini mücadele yeteneğini de yok etmektedir.  ABD’de COVID-19 1,2 milyon kişinin ölümüne neden olduğu gibi The Lancet, dünya çapındaki ölüm sayısını yaklaşık 18 milyon olarak belirledi. COVID-19 hızla dünya genelinde yayıldı ve kesinlikle küresel bir fenomen haline geldi; bunun temelinde ise küreselleşmenin ayrılmaz bir parçası olan seyahat yer aldı.

Diğer alanlarda ise karşılıklı bağımlılık ABD gücünün ana kaynağı olmuştur. Akademisyenlerde  uluslararası profesyonel network çalışmaları keşiflerin ve inovasyonun hızlanmasında önemli bir etken olmuştur.  Trump yönetimi seçilene kadar, bilimsel aktivitelerde artış ve iletişim negatif siyasi etki doğurmuştu. İnsan refahı açısından küreselleşmenin artı ve eksi yönlerinin yer aldığı herhangi bir katalogda, bu durum mutlaka olumlu tarafına dahil edilmelidir. Örneğin, 2020 yılında Wuhan’da COVID-19 pandemisinin ilk günlerinde, Çinli bilim insanları yeni tip koronavirüsün genetik şifresini Pekin tarafından durdurulmadan önce uluslararası meslektaşlarıyla paylaşmışlardı.

Bu yüzden Trump’ın yeni döneminde yönetiminin yaptığı en garip şeylerden biri  ABD’nin gücünü ve prestijini arttıran ve modern dünyada inovasyona aşamasından sorumlu olan araştırma fonlarını kesmek olmuştur. Amerikan araştırma üniversiteleri dünyada bilimin öncüsü olsa bile,  Trump yönetimi bu üniversitelere giden fonları iptal etme yolunda adımlar atarak bağımsız hareket etmelerini engelleyerek Dünya’da en parlak öğrencilere ulaşmaları zorlaştırılıyor. Üniversitelere yapılan bu saldırıyı, sağcı popülizmin ideolojisini paylaşmayan sözde elitlere karşı yürütülen bir kültür savaşının bir hamlesi olarak görmeden anlamak zor. Bu, esasen büyük bir kendine zarar verme eylemidir.

Trump yönetimi ayrıca, bir diğer Amerikan yumuşak gücü kaynağı olan liberal Demokratik değerleri elimine etmektedir. Özellikle, son yüzyıldan beri insan hakları konusu dünya boyunca ciddi bir artış yaşadı.  Sovyetler Birliği’nin yıkılışının ardından demokratik kurumlar ve normlar Doğu Avrupa’nın (Rusya’da kısa bir süre) ve Afrika ile Latin Amerika’nın çoğuna yayılmıştı.  2000’lerin başında  demokratik ülkeler dünyadaki ülkeler arasında yüzde elliden biraz daha fazla olmadığı gibi  o zamandan beri ise biraz düşerek yaklaşık yüzde 50 civarında kalmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan “demokratik dalga” sona ermiş olsa da, kalıcı bir etki bırakmıştır.

Geniş demokratik normların ve insan haklarının çekiciliği ABD’nin yumuşak gücüne katkıda bulunmuştur.  Otokratik devletler, insan haklarını destekleyen gruplar özellikle ABD’de bulunan kurumların egemenliklerine gelen bir müdahale olarak algılamıştır.  Bir süreliğine, otokratik devletler savunmacı bir şekilde direnmekle meşguldü. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ABD’nin eleştirileri veya yaptırımları karşısında rahatsızlık duyan bazı otoriter hükümetler, Trump yönetiminin yurt dışında insan haklarına verdiği desteği reddetmesini memnuniyetle karşıladı. Bu adımlar arasında Dışişleri Bakanlığı’nın Küresel Ceza Adaleti Ofisi, Küresel Kadın Meseleleri Ofisi ve Çatışma ve İstikrar Operasyonları Bürosu’nun kapatılması gibi uygulamalar yer alıyor. Trump yönetiminin bu politikası, demokrasinin daha fazla yayılmasını engelleyecek ve Amerika’nın yumuşak gücünü zayıflatacaktır.

Zayıflık Üzerine Bahis

Küresel karşılıklı bağımlılığın kendini feshetmesi söz konusu değil. Küresel karşılık bağımlılık insanlar olduğu sürece ve yeni teknolojileri icat ettikleri sürece var olmaya devam edecektir.  Her şeyden öte, küreselleşme yüzyıllar öncesine, İpek Yolu hatta daha da geriye kadar gitmektedir. 15. yüzyılda yelkenli gemilerin ortaya çıkması ile günümüz dünyasındaki devletlerin sınırlarını oluşturan kolonizasyon dönemi keşif çağı ile birlikte başlamıştı. 19. ve 20. yüzyıl ile beraber tarım ekonomisini dönüştüren sanayi devrimi buhar gemileri ve telgrafın icadı ile bu süreci hızlandırmıştı. Günümüzde ise, bilgi devrimi ile servis merkezli ekonomilerini dönüştürüyor.  Milyarlarca insan, 50 yıl önce gökdelenlerin bir kısmını kaplayan bilgisayarlar yerine ceplerde taşınan bilgi teknolojisine ait daha gelişmiş cihazlar söz konusu. 

Dünya savaşları ile beraber, ekonomik küreselleşme ve göç tam tersine döndüğü gibi geçici süreliğine bu süreci tersine döndürmüştü.  Dünya savaşlarının yokluğunda bu teknolojik ilerleyeceği gibi  hızlı gelişmiş, ekonomik küreselleşmede devam edecektir. Ekolojik küreselleşme ve küresel bilimsel çalışmalar bu duruma karşın direneceği gibi demokratik  normlar ve bilgi dünyadaki sınırlar boyunca sirkülasyon halinde olacaktır.  Bazı küresel ölçekli küreselleşmenin sonuçları kötü olabilir. Örneğin, İklim değişikliği sınır tanımayan en önemli kriz örneklerinden biridir. Küreselleşmeyi ortak iyilik için yeniden yönlendirmek ve şekillendirmek amacıyla, devletlerin koordinasyon içinde hareket etmesi gerekecektir. Bu koordinasyonun etkili olabilmesi için liderlerin bağlantı ağları, normlar ve kurumlar inşa edip sürdürmesi gerekir. Bu ağlar da karşılığında merkezindeki düğüme, yani hâlâ dünyanın ekonomik, askeri, teknolojik ve kültürel açıdan en güçlü ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri’ne, yumuşak güç sağlayacaktır. Ne yazık ki, ticaret dengesizlikleri ve yaptırımlarla bağlantılı zorlayıcı sert güce takıntılı olan ikinci Trump yönetiminin dar görüşlü yaklaşımı, ABD liderliğindeki uluslararası düzeni güçlendirmek yerine zayıflatma ihtimali taşımaktadır. Trump, müttefiklerin bedavadan yararlanmasının maliyetine o kadar odaklanıyor ki, ABD’nin direksiyon başında olduğunu ve bu yüzden rotayı ve varış noktasını seçme gücüne sahip olduğunu görmezden geliyor. Trump, Amerikan gücünün karşılıklı bağımlılıkta yattığını kavrayamıyor gibi görünüyor. Amerika’yı yeniden büyük yapmak yerine, onu zayıflık üzerine trajik bir bahse sürüklüyor.

Orjinal Makale : The End of the Long American Century Trump and the Sources of U.S. Power

Photo: Dave Murray | Foreign Affairs

Total
0
Shares
Previous Post

Jeremy Corbyn’in Yeni Siyasi Hamlesi: Solun Geleceğine Yeni Bir Soluk

Next Post

Eurofighter Typhoon Savaş Uçakları ve Türkiye’nin Avrupa Güvenlik Mimarisindeki Rolü

Related Posts